
Gi̇tmek
Irak gözlerden gizil yıldızlar ve
maşası olmayan bir acıyı ellerimle kavradım ve işte buradayım.
Sözcükler madem iksirli ve mademki
korkutuyor insanlar, bunca sevmek niye? Aşka duyulan özlem elbette başmisafiri
yıldızsız gecenin oysaki ben yıldız’ın ta kendisiyim öznemle barışık olamadığım
kimine göre gülümsemeyi unutan bir dünyalıyım.
Ayan beyan feryadım ve suskunluğum;
bir sus payı söylemde kaybolmuşluğum.
Ölüme sancılandım lakin ölmedim.
Miadı dolmayan hayallerimin
tanrısıyım bir de yüreğin çoraklarında at koşturan yabanilerden çok farklı ve
çok ırak.
Sezilerime düşkünüm ve mavi’nin
yüreği d/ağladığı işte soyutlardan kopup gelen kargacık burgacık el yazısıyla
yazılmış bir mektup oysaki okumaktan acizdi dünya ahalisi.
Zanlarda saklı ihanet ve bir içimlik
şiirlerime sarkıttığım o kehanet ne de olsa ölü bedeninde mutluluğun bir izafi
heceyim kimi zaman gül olduğum kimi zaman aşka meylettiğim.
Ölü toprağımda saklı benim hazinem
bir o kadar haznesinden yüreğin sağa sola heceler püskürten.
Yeisle ırgalanan sözcükler kimi
münafığın savurduğu ve ben koyu bir muhabbetin eşiğinde iken Rabbimin eşlik
ettiği.
Ölümü yükleniyor kimi zaman gece ve
gece gözlerinde annemin muradı dillenmiyor şarkıların, unuttuğum ne varsa
dünümden sökün eden illa ki de ödün verenlerden muzdaripim.
Mihrabın güncesinde saklı hikâyeler
ve saklı tuttuğum nice masal; aşka bandığım kalem; yüreğimde sevi dilinin
mucizesi iken Kerem’in teftiş ettiği bir aşkın güncesi.
Latife yaptım oysa azizim ne sevmekten
vazgeçtim ne inanmaktan ve şimdi tökezleyen satırlarına serili sözcüklerini
görüyorum ki ahvalimin… g/örüyorum ve saygımı saklı tutup sevdiğim insanların
yakasına daha fazla yapışıyorum.
Çaylak bir aşk benimki.
Çardakta görmediğim yüzü güneşin.
Çapkın edaları da yok sözcüklerin
bilakis sınırları aşmadan ve miadı dolmadan ömrün daha nice sevmelere hasret
yüreğim insan denen mefhumda saklı her bilinmezliğe şerh düşüp üşümeyi
özlediğim kış akşamlarını iple çekiyorum ve kâğıttan kayıklarım hala batmadı
tıpkı içimdeki güneşin de aydınlatmaktan vazgeçmediği yüreğimi de bozmadan bir
hüzün balçığında boy veren umut denen ağacın da gölgesinde kuruturken acılarımı
sudan çıkmış balığın hezimeti ile susuz geçen bir yazın ardından da hala diri
ve dinginim.
Boyut atlamakla sınıf atlamak
arasında bir seçim yapmam istenmişti madem boyumun da ölçüsünü aldım içine
düştüğüm tuzaklardan.
Astığı astık kestiği kestik
insanlardan da olmadım madem ve matemin dinginliğine binaen acıyla beslendim
bir ömür.
Kağnı arabası gibi kimi zaman ömür
denen sayaç artık saklı kalabilmekle sadık kalmanın da ibaresi yüreğimdeki
enginlik ve surlara serdiğim beyitler tıpkı İstanbul’a duyduğum sevgiyi şiir
gibi b/öldüğüm sonramla öncemi harmanlayıp an’da kaskatı kesildiğim.
Göğün yüklendiği o terennüm ve
şafağın hörgücü.
Zanlarla muhatap bilinmezlik günaha
doymazken, ben hala saklı tutuyorum inancımı gerçi kördüğüm olup da hala
çözemediğim izleklerde kıyama durup bir ritüelde saklandığımı gizlemeden
savıyorum kötü güçleri.
‘’Sonra buradan giderdim bir hiç
için.’’ (Nilgün Marmara)
Gitti de sevgili Nilgün.
Ben de gidebilirdim aslında halen
gidebilirim de.
Lakin hiç olmanın kaygısı değil artık
sakladığım ve saklandığım: sadece ve sadece sınandığıma biat kolladığım inancım
ve bitimsiz sevgim bir gölge olmanın da önemi yok iken umudu da elden
bırakmadan.
Gitmek…
En çok da kendimden.
Yitirmek ve de…
Asla bir başlangıcı ve sonu olmayan o
devasa yalnızlığın kaçınılmazlığında…
‘’…
İlk dizesi olmayan bu şiir
Öncesiz bir dala benzeyecektir
Nasıl ki başlangıcı yoksa
yolculukların
Ağaçsız bir dal gibiyse yolculuk.’’
(Edip Cansever)
Gidebildiğim kadar ve sevginin,
inancın eşliğinde haykırdığı o mucizevî farkındalık gibi…
Kendimi sevmeye çeyrek kala…