Bir düşün sadece düşün…
Bir düş’ ün muadili olma ihtimali ile
sekiyorum gecenin pervazında ve içimde hırlayan bir kedi yavrusu o kadar güzel
ve yumuşak ki dokunmaya kıyamıyorum yoksa bir rüya mıdır bu başta dediğim gibi…
Başa almalıyım belki de hayatı.
İyi de ben bunu zaten her gece
yazarak pek güzel ifa etmiyor muyum?
Nazenin.
Haznesinde saklı iken güzellikler.
Asla kara çalınmamış iken beyaza ve
ruhumun firakı.
Yoksa ruhun firarı mı demeliydim?
Tüysıklet duygular ve mıntıkamda
saklı elbet bir emir eri gibi:
Bir ileri bir geri.
Nasılsın asker?
Sağ ol.
Askerlere hep öykünmüş ve
imrenmişimdir belki de askeri karargâha benzeyen çocukluk yaşantımda can bulan
vücut bulan bir esinti ve hayatımda disipline öncelik tanıdığım elbet çıkış
noktası yine ailem.
Açtığım her köşeli parantez ve saat
sabahın sekizi.
Yarım saat içinde okulda sınıfımda
olmalıyım ki dokuzda ders başladığında yoklamada yerimi alayım.
Bana özel değil elbette tüm bunlar:
her evde her okulda süregelen yine de ben disiplin sıralamasında kimseye öncelik
vermem vermedim de.
Sıkıya alınmış bir hayatın girizgâhı
ve ağaç nasıl ki yaştan eğiliyor…
İyi de yaşım çoktan kemale ermiş ve
ben hala neyin derdinde miyim?
Uzatmadan.
Ya da kısacık.
Elbet kısa bir sunum yetmez
içimdekileri bir bir serpmek adına.
Yüreğin kubbesi ve de hutbesi:
Gönül denen dergâh ve neler saklı
içinde şimdi bir başlasam asla tamamlayamam olan biteni üç beş sayfada.
Gönlün fetvası.
Yalnızlığın da hulasası.
Kemerli köprü.
Yalnızlığın hicabı karanlık bir izbe.
Aşkın ihbarı elbet pembeden duvarları
o küçük evin.
Gönlün seyrüseferi ve hüznün
külçelerce ağırlığı ne de olsa ben hayatı asla hafife almadım bu yüzden hep
ağırlığımı koymuşumdur insan ilişkilerinde gelin görün ki kalp kırmamak adına
da binlerce kere kırılmıştır yüreğim.
Hicabım değil.
Hitabım asla değil…
Belki hicranım belki hicazım belki
kopacak kıyamet öncesi hazırlandığım yolculuk ne de olsa hancıya duyduğum İlahi
Aşk ile hancı olmanın da en üst mertebesinde bir kuş gibi uçuşup duruyorum bir
yürekten diğerine.
Kaderim.
Kıblem.
Kıvancım.
Kızılca kıyamet koptu belki de bir
yerlerde ve gerçekleri ve de hayalleri bir bir dizmişken aklımın kütüphanesine.
Şerit değiştiren bir kamyon gibi ve
duygular binek aşksa hicret ve yalnızlık sedası ömrün özlemse seması günün ve
geceye kaldığım aslında bakaya kaldığım aslında ben hala bir asker gibi gidip
gelmekteyim o mıntıkada.
Siperimdeyim.
Şiarım iken saklanmak ve sözünü
sakınmak ve de gözümü.
Gözlemlediği mi?
Yoksa özlem yüklendiğim mi?
Ve öznemle yüklemimle cürüm edenlere
sözüm elbet cenneti yüreğimde bildiğim sanırım cinnet gecelerinden firar edip
kalemle seviştiğim sözcükleri kokladığım ve duyguları o izafi rahleye serdiğim
ve de servetim.
Kokusu yok hiçbir hissin daha doğrusu
yazmaya başlamazdan önce yoktu tek kokusu ve işte yazmaya başladığım o
gecedennn beri miski amber kokuları ile iç içeyim.
Dişli miyim?
Ya da dilbaz?
Yoksa dilaltı mıdır yazdığım şiirler
ve işte yüreğin ritmi ve tüten dumanın gözlerimi yaktığı gerçeği bazense yer
yarılsa da içine girseydim, dediğim aslında utanacak en ufak hareketim yok iken
ummanlara sığmayan duygularım ve sevgim ve saygım ve firarım elbet fedaisiyim
ben aşkın.
Köhne değil hiçbir bina.
İzbe değil asla ruhumun derinleri.
İzafi de değil sevgim bilakis dolu
dolu seviyorum ben ve her sevdiğimde gözlerim dolup dolup taşıyor.
Sancılı bir oluşum ben hala çocuk
gibi hissedebilirken…
Daha da sancılısı ergenlik yıllarım.
Daha da beteri uykusuz geçen o koca
dört sene üniversitede okurken sahi dört yılda kaç gece uyudum en fazla dört
saat mi yoksa dört dakika mı?
Ayrı frekanstan yayın yaptığım okul
yıllarım ve yıllığı bile edinmediğim öylesine kendimden geçmiş ve bezgindim ki
üniversite hayatımda en çok da babamın hastalığı ile eşleşen haletiruhiyem tam
anlamıyla boşluğa düştüğüm nihayetinde kendimden geçtiğim.
Ölüm bir gerçek.
En acısı ise biri ölürken sizin
çaresiz kalmanız ve çare bulduğum uzun saatler uzun yürüyüşlerim aç yaşadığım o
uzun ve zor yıllar ki bu da ayrı bir başlıktır hayatımda bir o kadar hayatımı
kendi ellerimle söndürdüğüm bir ateş gibi belki de üzerine benzin döktüğüm.
Konu ne olursa olsun disiplin olmazsa
olmazım.
Şartlandığım ne ise ne de olsa görev
insanıyım ben öyle ki basit bir ev işi ya da alışveriş temel ilkeler
doğrultusunda yapılmalıdır ama bir de önceliği olmalı iken insanın elbet sevgiyi
katık ettiği her iş insanın zaten kestiği racondur.
Günü uyuttuğum kadar da var hani.
Gece ise beklemede.
Yorgun ya da bitkin olmamın ise bir
önemi yok mademki kalemimle ve geceyle buluşma saatim ve işte Gülüm firarda.
Hali hazırda beni bekleyen ne olabilir
ki?
Bir uyku ilk sırada.
Bir de uymadığım bir düzen iken hayat
özellikle son zamanlarda.
Umarsız mı?
Tartışılır.
Uyumsuz mu?
Hayli.
Ama sevgiyle diktiğim her hecede
saklı o coşkuyu ben nasıl yok sayarım geceyle olan randevumda damım iken kalem
yoksa…
Nüktedan.
Belki noksan.
Nazlı.
Nazenin ve de.
Bir sürahi imgeyi boca ettiğim sözcük
kazanına bol bol sevgi denen şerbeti döktüğüm ve umudun da kavalyesi iken
sözcükler ve coşkuma eşlik eden göğün yıldızlarından kendime çizdiğim o
yaldızlı yol…
Un var.
Şeker var.
Su var.
O halde ben nasıl dört dörtlük bir
pasta ya da ekmek yoğurmam?
Nasıl pişmem aşk denen fırında?
Firarımsa dünden.
Fidanlarım temkinli.
Fihristte saklı iken en tepede
kalemimle olan aşkım…
Ve işte şiarım ve coşkum ve yazmadan
geçen güne gün demem ben elbet geceyi mesken bildiğim ve beynime verdiğim
komutlarla ben bir ömür askeri disiplini kendime şerh düşmüşken.
İnsan firar etmez mi söyleyin
kendinden hele ki bu yazma tutkusuna ve coşkusuna eşlik ederken İlahi Aşk…
Elimde değil:
Firar ettim yine kendimden elbet
Gülüm firarda, seve seve d/okurken satırları ve d/okunurken sayfaya aşk ile…
Teşekkür ederim