Ertelenmiş düşlerin lehinedir bu yazı belki de basacağım sözcük birikintilerinden üzerime bulaşan cümleler sayesinde kendimi ansızın bulacağıma dair geliştirdiğim bir inancın da merhalesi.

Teessüf ettiğim geçmişimin üzerinde kalın çok kalın bir örtü çekeli çok olmadı hani ve her nasılsa örtünün altında kendi başına filizlenmiş sebep-sonuç ilişkilerinden yeni çıkarımlar yapıp hayatın sayısız resmini çekme lüksümün bulunduğuna dair garip bir mutluluk içerisindeyim.

Yanlışım olmaz mı?

Doğrular yanlışları götürmese bile.

Doğrularsa kıt kanaat sevenlere yeterli gelmiyor ve her halükarda yanlış addedilen düşünce ve duygu durumlarından kolaylıkla sıyrılamıyorum.

Çekincelerim de saklı elbet dünümde ama en çok çekinceye bu gün sahibim ve belirsizlik yüzünden yarınlarımı da net göremiyor algılayamıyorum.

Çimdik atmam gereken bir kelime arayışında iken ansızın gökten zembille inen bir cümlenin sırıtışına dayanamayıp peşi sıra dökülüyor cümleler elbet gaipten gelen coşkumu da hali hazırda dile getirmem yetmese de bu coşkunun beni ne denli yaşama bağladığına.

Zaten başıma gelen her şey bu yüzden başımı daha fazla derde sokmama sebep olmadı mı?

İlla ki bağlantı kuruyorum kendimle hayat arasında garip bir korelasyon hem de dört yaşımdan bu yana ve çok ilginçtir ki; yazma refleksini hayata geçirip karalamaya başladıktan sonra geçmişe öylesine detaylı yolculuklar yapar oldum ki en küçük halimi hatırlıyorum.

Dört yaşında bacak kadar boyumla yüzümü ve ağzımı detaylı bir şekilde inceleyip bir kusur hatta bir hastalık arama ihtimalim daha dün gibi.

Sonra okul hayatıma başlamam bu sefer yabancı çocukların dünyama yerleşip arkadaş kavramını da oturtmak adına okul öncesi yarattığım hayali arkadaşlarımdan oldukça uzaklaştığım mesela.

Ve ilk arkadaşım hem de sıra arkadaşım ve onunla geliştirdiğimiz güzel bir iletişim…

Onu çok sevdiğim sonra sınıfa yeni kayıt olan bir başka kız öğrencinin canımdan çok sevdiğim arkadaşımı sahiplenmesi…

Bunlar öylesine muğlak ve dünde kalan anılar ki yazmaya başladıktan sonra hayli içerikli bir analiz yapmama da vesile olan.

Sevginin türevi derken aşk konusundaki merakım ve anneme utana sıkıla sorduğum o ilk soru elbette hayata dair:

‘’Aşk nedir, anne?’’

Şaşkın gözleri ile beni s/üzen sonra kem küm yapıp aşkla sevgi arasında kurduğu o zarif köprü:

‘’Babanla seni çok sevmemiz mesela…’’

Elbet inandığım ve aşkı içime en derine yerleştirdiğim.

Derken sınıftaki bir oğlan çocuğunun sınıftaki bir başka kıza yazdığı aşk mektubuna tanık oluşum ve bu mektubu öğretmenimize ispiyonladığım ki…

Adeta bir yanlış varmış gibi ortada ki mademki sevginin tezahürü aşk.

Israrla bu konuyu deşmek ve anlamına derinden vakıf olmak adına girdiğim bir çaba akabinde.

Sevgiden yana can çekişen çok da insan yokken öncesinde ve sevmelerin ve özlemlerin aşka daha çok mana ve gizem yüklediği…

Hele ki; en güzel aşk imkânsız olan ve mutlu bir neticeye de bağlanmazken.

Ve geçmişe yolculuk yapıp bir yirmi sene ekledim mi hayatımdaki sahnelere elbet arka sahnede kayıtlı olan tek rol üstüme de vazife olan:

Âşık olma içgüdüsü gelin görün ki; insanlarla ve beşeri aşkla da ilintisi olmayan.

Büyük ihtimalle yaşadığım ilk büyük aşk mesleğime duyduğum hayranlık elbet gözüm kapalı âşık olduğum mesleğim sonradan da anlamışken hayatımın ilk yanlışını yapmış olduğuma dair bir kanaat de edinmemişken henüz.

Elbet sevmekle iştigal bir dünya arayışım ve ilk etapta mesleğimle yıldızımın barışması akabinde iş arkadaşlarımdan beklentilerim ne de olsa en sevilen insan olma ihtiyacı dünden beri temelde kazılı iken.

Öncesinde okul hayatımda en sevilen öğrenci olmanın bir hayal mi bir gerçek mi olduğunu çok da net belirleyememişken.

Elbet ben dünden razı ve kabullenmişken içinde bulunduğum topluluk tarafından onay görmeyi beklemeden herkesi içime almak her birini sevmek hep de en kolayı oldu benim için bu anlamda sevilmek arzusu eşlik etse bile ben illa ki insanları tereddütsüz sevdim ve olduğu gibi kabullendim.

Ama ilerleyen süreçlerde acı da olsa anladım ki; herkesin kafasında illa ki farklı bir şablona eşleştirilmişim.

Mesleğimin soğuk duvarları ve beni içine çekense sayılarla ve finansal tablolarla kurduğum b/ağdı elbette akla zarar ve yabancı dilimin bana sağladıkları derken ben benden uzak başka bir dünyada yaşamayı şeref bilmişken kendimden nasıl da bihabermişim.

Sosyal bilimlerde çok yol aldığıma kanaat getirdim sonrasında çünkü bu sefer sosyal dersler ve psikoloji ağırlıklı bir eğitim iken mesleğime ihanet edip bu sefer de psikolojiye âşık oldum.

Tam bir tantana ve hala kendimle uzlaşı geliştirmediğimi çok sonra anladım.

Arayış.

Farklı sosyal gruplar ve farklı meslekler ve nerede ise yüzlerce insan iletişime geçtiğim üstelik çok kısa bir zaman diliminde.

Sonuç mu?

İnanılmaz yorgun ve yıpranmış bir halde kendimi hasta edecek kadar da yoğun mesai harcamışken hayata ve de insan ilişkilerine.

Hele ki; kendime olan yabancılığımı doğru dürüst algılayamamışken.

İnsanlara değer yüklemek ve bilgiye ve eğitime elbet kariyer diye düştüğüm yollarda gerçekten yere düşüp kapaklandığım ve uzun bir süre de ayağa kalkamadığım.

An itibari ile değişen pek bir şey yokmuş gibi görünse de kendimi az çok tanıyıp sevmeye başlamam benim için bir kazanç ve bunda etkisi olan yazma güdüsünü bir eylembilim olarak gerçekleştirip rölantiye aldığım ne çok varken içimdeki izdihamı yola koymak belki de.

Aslında bu yazıyı Oğuz Atay ile ilgili bir makale yazmak için yazmaya başlamışken konu başka yönlere kaydı ama aklımda hala da kayıtlı bu makaleyi yazma isteğim ve eylembilim…

Ara ara kendimi içinde kaybettiğim bir eser elbet Atay’ın kaleminden ve son zamanlarda yenik düştüğüm bir duygu: yazarı tanımlama ve empati kurmak adına yoğunlaştığım yazarların kalemleri ve iç dünyalarına yaptığım yolculuk ile onların düşünce ve duygu mekanizmasını merakım sayesinde bir yerlere koymak uçuşan soyut öğeleri.

Uçuşan bir ben aslında ve içimde kayıtlı nice ben ve alt-ben en çok da zihnimin koridorlarında koşarken zihnimi en maksimum seviyede kullanma arzum ile eşleşen o yoğun düşünce gücü elbet alt-bilincin de etkisi bulunurken bu bitimsiz arayışımda.

Hayatı lezzetli kılan bir şeyler illa ki olmalı belki de bu yüzden kendimi bir daldan diğerine savurdum bir ömür boyu belki görünürde bir arpa boyu yol gidemedim ama hayat çok şey götürdüğü gibi çok da şey verdi bana.

Bunları sözcüklere dökmek ise bu aşkı payidar kılan…

Bahşedilen her şey gerçekten de şükür vesilesi ve bizlere tanınan imkânlar ve imkânsızlıklara imtihan olan insanlar aslında bizler illa ki birilerine öykünürken varacağımız nihai nokta: elbette alt-ben.

Öz alt kümesi belki de ruhumun elbet sevgiyle çıktığım bir yolculuk iken yaşama sevincime eşlik eden…

Sonra da yolumun kesiştiği insanlar hatta uzakta olanlar…

Derken üstümden çıkarmak istemediğim izafi bir forma bir cüppe iken öğrencilik kisvesi altında öğretmenlik mesleğini icra edip yeni bir kimlik kazandığım ve elbet sonrasında eklenen nice hayalini kurduğum şey en çok da hayalimdeki meslekleri iyi kötü yaşayıp yaşattığım elbet devamı gelmese de ruhumu besleyen. Ama bedenimi ve zihnimi çok yoran. Daha da nice şey bana dair en derinde sakladığım ve bir türlü dile getiremediğim.

Ki bunun için hala zamana ihtiyacım var ve ne zamanki cesaretimi toplayıp tüm sorunları çözeyim bununla da ilgili çok şey var söyleyeceğim.

Hayallerin sonu yok ama hayatın da illa ki bir sonu var ama ahret denen olgu mademki hayatın içinde ve de sonrasında…

Bu anlamda bana çok şey katan insanlar ve kitaplar ve düşünce ikliminde yeşeren yapraklarım ve de döktüğüm yapraklar elbet beni sürükleyen bir rüzgâr aslında ben iken rüzgârın ta kendisi…

Yeşerdikçe umut.

Sürükledikçe hüzün.

Aşksa hız kesmeyen.

Kabullenmekse kendini.

Kabul görmek mademki bir hülya ve de coşkunun eşlik ettiği…

Ölümse korkutan.

Ölümse belki de çok zor olmayan.

Bazı şeyler yaşanan ve de hayat zora sokan kimi zaman ölümden fazla acı verebilirken…

Ruhumdaki fırtınayı sadece yazdığımda ve sevdiğimde bir süreliğine dindirmek adına…

Eylembilim en favori sözcüğüm son zamanlarda ve illa ki düşünce ve duygularımı eyleme geçirmek adına da bir ömür mücadele vermişken ve de verecek olurken…

Bilim ve inanç ve coşku ve sevgi ve kükreyen sevgi.

Nice zaman acıyan acıtan bir yanı varken hayatın…

Ve ben çözmekle iştigal iken içimdeki sayısız alt-beni…

Sözcüklerse ruhumun fıtratına geçirdiğim en güzel mintan günbegün farklı sözcükler ve farklı duygularla harmanlandığım…

Bu yüzden sizlere öylesine ihtiyacım var ki ve bir o kadar müteşekkir iken okuyucuya…

Ve teşekkür ederim sizleri sevmeme izin verdiğiniz için ki izin dahi almadan sizleri seviyorum, dersem bilin ki asla abartmıyorum hele ki sevmek zaten kâinatın merkezi iken bir o kadar kendime yakın bulduğum en çok da kendimi sevmek zorundayken belki herkes gibi belki de herkesten çok farklı ve bunun için yazmaya ve zamana ihtiyacım var.

Sevgimle…