Düş tekkesi ve gerçeklerin teknesi…

İçtimada gerçekler aşkın İlahi sesi ve yalnızlığın meali iken şiirler.

Bir zümredir sükûnet dilediğim sözcüklerin bekası ve rahmet yağdıkça nurdan bir sema varsa yoksa inancın ve umudun hatırına.

Göreceli bir hayat ve izafi addedilen mutluluk kaç karış uzayacaksa boyum nazenin bir sevgiyi astığım tepenin zirvesi o İlahi Rakım.

Münferit bir heceden çıktım yola ve lal sözcükler bürünmüşken ete kemiğe:

Adımladığım İlahi Yol ve arsız hüznün yağmaladığı bir yürek ki edası yitik vedası meçhul o rüzgâr…

Dedim ya: o münferit hece:

Aşk.

Can.

Gam.

Dökülen eteklerimden taş üstüne taşlandığım gel gör ki taç bildiğim bir mekan iken dünya denen yalan.

Göğsümde seken saka kuşları ve o kaygan zemin ve işte lades diyen kederin dipçiği ile de vuruldu mu kalem.

Bir renk.

Hulasası duyguların.

İçimde saklı kehanet.

Rüzgârın vurucu gücü ve gücümden kaybettiğim kadar hırsız bir acıya tercüman olsun diye kalem…

Kanatlarım benekli.

Yüzümde saklı çiller.

Çil yavrusu gibi de dağılan duygular ve b/ölünen uykular.

Çingene Kadının kehaneti çalan sazın kırık mızrabı ve oynayan köçek.

Çökertme mi yoksa devasa bir seste sessizlikle biçtiğim…

Çıldıran Savaşına giden bir yiğit gibi çılgınlaştığım hayatın seyrüseferi.

Ve işte yüreğimin cıngılı bense methiyeler dizmişken…

O lal satırlarda açan güller misali içlendiğim şafağın tetiklediği bir hüzün reçetesi.

Sancılı gün semada saklı ölgün yüzü hayallerin ve yerkürenin ihlali bense iddia etmekteyim halen bir günden diğerine sektiğimde bozguna uğradığım kadar da bozuntuya vermediğim…

Külliyen yalanmış her şey.

Külliyesi ömrün belki yüzlerce cilt kitap okuduğum hayatın ve bilginin özeti saklı idi dudağın arasında…

Kimisi kalacakken gidenler.

Gidecek olup da eşikten dönenler.

Nice hurafe.

Bir yanılgı bir yenilgi.

Surları şehrin sırlara bekçilik yapan ölü nefsin bir adım sonrası küstüğüm değilim son bulması ise bu hüznün sadece Allah katında kabul görecek ya da görmeyecek.

Bir cereyan ki üşüdüğüm.

Bir rüzgâr ki sürüklendiğim.

Bir manivela.

Bir rakım.

Bir mizansen.

Başat duygularla sarılı iken eksen.

Evreleri ömrün ve evrenin dili:

Hüznün muadili karanlık güne eşlik eden güneşin cengi.

Bir meal bildiğim şiir bir de şiir diye mezarımı kazdığım kalemin ucunda saklı feryadım ve askıntı yalnızlığın meramı.

Küfem ağır.

Omuzlarım çökük.

Hızması da kayıp sözcüklerin ve kördüğüm olduğum kadar kanadığım kandırıldığım ve işte lades:

Hünkârı evrenin yüce Rabbim ve meylettiğim…

Yeter ki hükümranlığında Mevla’nın korusun O, beni tüm canlıların şerrinden.

Ve dikiz aynası gönlün muradım dillenirken bense iki arada bir derede söküklerimi dikeceğim diye dinlenirken.

Çöpsüz üzüm mü?

Yoksa salkım saçak koruk yenilgiler mi?

Bir batında doğacak işte güneş ve mehtap ve kılcal damarlarında güneşin tüm buzlar eriyecek…

Ah, sevdalı semazenim…

Ah, yalnızlığım.

Ey, yüce Rabbim elim ermez gücüm yetmez madem…

Künyemden dökülen harfler ve hecelediğim hayat denen bilinmeze tekabül eden o sır dolu alfabe ve tüm harfler isyanda benimse bağrım yanarken ve ağrıma gitse de olanlar ağırdan alıyorum yine hayatı ve ağdalı sözcüklerden sökün eden ihlaslı yüreğimle bağdaş kuruyorum kâh umuda kâh iman gücümde büyüyen sevgimle hüznümle sokuluyorum İlahi Güce.

Esen rüzgâr yarıladı ömrünü.

Askıya aldığım hayat belki de sundu son kozunu.

Artık kozamdan firar ettim ve koz verdiğim iblis gösterdi yine gerçek yüzünü.

İhmal ettiklerim en başta kendim.

İdame ettiğim yalnızlığın neferi ihlaslı yüreğim.

Bir sarkıtsa sığındığım bir dikitse sözcüklerim.

Havsalamdan taşanlar bense kabıma ve kalıbıma sığamazken bedenim esnek ruhum göçmen.

Muadilim yok münferit duygularımın da bir ederi yok.

Ne ah, ettiğim ne aman, verdiğim bir yangın ki yanan yüreğin tüten dumanında saklı ruhum.

İçtimada geçerken hayat idare lambasında yazdıklarımla hemhal.

Yüreğin akan çatısı sözcüklerin cirit attığı sessizliğin de berhudar olmasını dilediğimden öte dilemması kalemin satırlara b/ölündüğüm ve safi sözcükten fal tutup bir bir çözüldüğüm.

Duman olmuşum ne çare.

Viran olmuşum kime ne.

Dikilesi bir ağacım da yok iken firar mı etmeliyim illa ki ben de?

İhtimamla sevdiklerim nerede ah, nerede?

Kolluk kuvveti ruhun ve körüklenen duygularımın uydusu zifiri karanlık oysaki güneş çoktan doğdu batmamak üzere…

Kendimi kandırsam yeridir hani.

Kanadığım kadar da kardığım önüm arkam.

Top tüfek kuşandığım bir cihat ki ve makberi ıssızlığın mahşeri sözcükleri elbet boynum kıldan ince Allah katında ve boyunduruğunda kaderin varsın keder iltimas geçmesin bana.

Azat edilesi bir ruh ki kıpraşan içimde.

Afaki duygulardan örülü bir redif bir masal ki kubbesinde saklıyım gizin ve bilinmezin esiri bir örtü ile kapandığım gecenin kaypak gölgelerin çağrısında ne hicap doluyum ne esef varsa yoksa bekliyorum ve Rabbimden diliyorum ki telaşa da mahal yok hani yine de yatışsın diye içimdeki çocuk yatıya kalan yıldızları kırpıp kırpıp eşlik ediyorum şaire ve mehtabın eşliğinde kayıyorum yerli yersiz ne de olsa rücu ettiğimdir kader ve rükû ettiğim yüce Mevla aşkın başat ikliminde dalımdan koptuğum kadar da köküme sadık kaldığım iken tek gerçek…