Zemheride terk edilmişliğin güncesini tutan yazar.

Aşka hatim indiren yerin göğün de uleması ve katıksız saf iken yazarın tek yaptığı yâd ettiği kadar maziyi andığı güzel kılınan günleri.

Eskiyen bir senenin son günleri izahı da yok üstelik:

Sahi, yazar nerede yanlışlık yaptı?

Sevdiği kadar sevildiğine kani…

Ah, yıkımı mabedimin ve kaftanlı yarenim sevdalı semazen kalemim.

Hissikablelvuku adeta aşkın hükmettiği…

Aşk diye, diye geldiği nokta ve yazar o kadar çok sevmişti ki bilmeden Rabbine şirk koştuğunu bilemedi de yazar: sirk hayvanları gibiymiş ahvali:

Yüzüne gülen yüz göz olmak neymiş öğrendi sevgiyle.

Şiarı idi ilkelerin ve sevgisi.

Muhatap olmuştu yüreği ile d/okunurken sevdiklerine ve sevildiğine nasıl da kani…

Yalnızlığın izotopu iken sözcükler yaşaran yeşeren söylemler.

Ne vecize ne firakı ömrün ne de işe yaradı saydam gönlü.

Mevsimle ve kendiyle iştigal haz ettiği ne varsa değer verdiği sevginin sevgisinin kıymetini bilmediler işte.

Hazansa muhtırasını veren ve ezense ahvali eziyet çektiren zalimin nifak soktuğu hayatla arasına ve rotasını saklı tutmak adına devinirken ekseninde.

Hüzün…

Ey, sefil hüzün…

Bilemedi hüznünün göçen bir kuş olduğunu ve erkenden göç etti hayalleri ve saklı tuttuğu umudu burnundan geldi…

Onlar ki burnu Kaf dağında.

Onlar ki isyankâr.

Onlar ki yalana rağbet eden münafık kullar.

Ezana duyduğu hürmet ve vatanına sevdalı ve kıblesinde saklı iken hem öğretmen hem öğrenci ruhu.

Kasvetli Aralık verdi muhtırasını ve dikiş tutmayan yaraları yazarın.

Yazgısını kabullendi yazamasa da kaderini kederini döktü satırlara ve yaşadıklarına alt yazı geçti.

Huzursa eksik olan ve çöken hüzün.

Delişmen mevsimin devingen yüzü çünkü yazardı çelişen kendiyle ve sırf korumak adına kendine saygısını ve itibarını sökün eden rüzgara savurdu nidalarını.

Savundu da çünkü masumdu.

Avuntu ise yazdıkları ve rağbet görmemişken sevgi meclisinde döktü bir bir eteğindeki taşlarını bir de başına isabet eden.

Ne yaşa tahammülü vardı insanların ne de yasa.

Yasa bildi yazar sevgiyi ve yaslandı da sevdiklerine derken…

Göçtü herkes.

Göçmen kuşlar gibi ipe sapa gelmez neyse zuhur etti.

Yetimdi yazar yetemediği kadar cihana şimdi ise öksüz kaldı annesi olsa da hayatta.

Meali ne miydi?

Meramı Allah katında saklı.

Mizacı mı?

Üretken ve umut taşan kabından ve sevgiyle eşleşen yolu Hakkın rahmetine kavuşmuşken mutluluk münazara etti aralıksız evrenle katıksız hezimete uğrasa da çektiği eziyeti ona meziyet diye yutturanlara öylesine inandı ki oysaki yanılmıştı…

Kendini bildi bileli Rabbine sevdalı ve de bilincinden şah damarından da yakın olduğunun.

En az O’nun kadar yakın hissetti kendine tüm sevdiklerine ve dibine kadar güvendi ve işte ansızın dibi gördü.

Boyasız saçı makyajsız yüzü.

Rötuşlamadığı duyguları ve yazar hep samimi hep içten doğaçlama yaşadı sevdi yazdı da…

Bahtı mı?

Kabri mi?

Yoksa yaşarken çektiği kabir azabı mı?

Kimdi muhatabı yazarın?

Göğün delişmen kuşları ve kundurasına dolan kum misali dünde kalan şarkıları da bir bir yâd etti eş oranda yaşarken ölenlerle beraber.

Hicabın eşiğinde.

Yalnızlığın beşiğinde.

Servet bildiği sevgisi göçük altında kalmıştı ve kaybetti en değerli hazinesini çünkü yürekten verdiği sevgiyi hor gördüler ve hem yazara hem Rabbe sırt dönüp ihanet ettiler…

Bundan sonrası mı?

İşte o bilinmez yeter ki: Rabbi, ‘’ol’’ desin ansızın ve ansızın da doğsun gün bir kerecik de olsa yazar için.

Yazmadığı kadar sevmediği mi?

İyi de sevgisinden ve kaleminden başka sahibesi olduğu ne vardı elbet bir de sığındığı taptığı Huda’nın sayesinde hala ayakta ve hayatta kalmanın çarelerini ararken…