Av zamanı ve donanımlıyım az sonra
nişan alacağım ve en yorgun sözcüğün hedefi olacağım sanırım avcı iken avlanmak
pozisyonuna düşen ilk sefil kahraman da değilim.
Bir mimozanın kokusuna hasretim
epeydir ve düşmediğim yollarda papatya toplayamadığım için oldukça
hayıflanıyorum ki İstanbul’un tam da ortasında bir papatya tarlasının bana
sunulmasını elbette beklemiyorum lakin çiçek aldığım candan Çingene çiçekçimi
nasıl da özledim ve işte soyut bir resmin göbeğinde sözüm ona çiçek kokusunu
def edip kendi çiçek bahçemi kürüyorum.
Nerede ise o yorgun sözcük…
Aslında en sevdalısı olduğum sözcük
kulaklarımı çınlatıyor lakin bu sefer k/anmayacağım bana yüklenecek yeni bir
acıya vesile olacak o sözcüğü kale almadan yoluma devam edeceğim.
Sokak lambası da küskün bu gece belki
de altında nöbet tutan kör aşıkları beklemekte iyi de ne dedim ki ben? Hani
anmayacaktım o kor heceyi elbette sözümde durup devam ediyorum yolculuğuma en
azından ruhumun dar koridorları aşıp da koşturmasının verdiği heyecanla
bedenimi ve kilitli olduğum dev hücremi en azından bir süreliğine yok saymak
değil mi ki tek temennim…
Yalın bir hayatım olduğunu ne kabul
ederim ne de inkâr…
Ya da kimin gözünde hangi sıfatlarla
anıldığımı yok mu sayacağım?
Kime faydası varsa artık lakin zararı
sadece bana ve zararından neresinden döneceğimi bilmez halde hayatın
sunduklarını kabullenip bir ütopyanın gerçekleşeceği beklentisiyle ve de tüm
saflığımla arşınlıyorum hem hayatı hem boş beyaz sayfayı.
Gece iken mihenk taşı.
Varlık iken nirengi noktası ve işte
yine kulaklarım çınlıyor hem de hiç olmadığı kadar çünkü yükümü attım da arz-ı
endam ettim geceye elbet yükümün ne olduğu da değil önem arz eden daha ne kadar
bu yükün altında ezilmeden dik duracağım…
Nereden başlasam ki…
Oysaki çoktan başladım yine de
bilfiil itiraf edemiyorum belki de çökkün omuzlarımı sonsuza kadar dik tutmak
adına zaten başım da dik iken bir de dik başlılığımla bir ömür taviz
vermediklerim:
Elbette hakkıyla yaşamak ve yaşatmak
iken arzum gerçi yaşattığım fazla bir şey de yok ama. Altı üstü hayal sepetim
tıpkı eve servis yapan kuryenin kapıyı çalıp da teslim ettiği. Altı üstü kargo
ücreti gelin görün ki hayallerim ve ideallerim bana haddinden fazla pahalıya
patladı anlamsız şekilde değer verdiğim insanlar üstelik değer görmek gibi bir
beklentim olmasa da değersizliğimi bizzat yürekten hissettiğim.
Gerek özel hayatımda gerekse saçma
kariyer planlarımın izini sürerken ve bingo!
Hoşça kalın bir daha görüşmemek
üzere.
Kolay da olmadı hani peşine düştüğüm
hangi ekmek teknesi ise ortada kaldığım üstelik işimden gücümden olduğum
yetmezmiş gibi zamanımı ve varlığımı yok sayıp da harcadığım bunca şey.
Maddi anlamda getirisi olan nice şey.
Duraksadığıma tanık olmadı da kimse
çünkü ben son nefesime kadar ve de tüm iyi niyetimle yaptığın işin hakkını
vermişken gelin görün ki hayat asla sizin mükemmeliyetçi ve de idealist
olmanızı kaldırmıyor.
İşin gereği ne ise…
Hatta ve hatta insan ilişkilerinde de
önem arz eden. Değer verdiğin kimse bunu asla belli etme.
İyi de söz dinlemiyor işte içimdeki
iyi niyet ve o susmak bilmeyen iç ses üstelik dış ses ne kadar bastırmaya da
çalışsa…
Sevmek ve inanmak ve sonuna kadar
güvenmek.
Arkadaşınız, meslektaşınız, akrabanız
hatta en yakınlarınız elbette akrabalarınız da.
Hatta ve hatta yabancılar üstelik
yolunuzun asla kesişmediği ve tevafuk neticesi tanışıklığınız olan…
Ne çok yabancı insan hayatıma dâhil
olup da rotamı değiştirmemde etkendir.
Ne çok yakınım hayallerimi paylaşıp
da fark ettirmeden ket vuran ve kanıma girip işimden gücümden olmama sebebiyet
veren ve neden sonra hiçbir şey yokmuşçasına sırtını dönüp giden.
Gitmek.
Sizden gidenler.
Gidemediğiniz yol ve elbette sizden
gitmeyenler üstelik sizin onları asla terk etmeyeceğinize inanıp canınız yakmak
adına elinden geleni de yapan…
Bir düş gördümse…
Nice düşe gördümse.
Ya da gözümde büyüttüklerim düşün ta
kendisi ise.
Elbette insan gördüğüne değil de
görmek istediğine inanırken.
Ah, bir de gözümde büyütmeseydim ya…
Bir de gözümde büyüttüğüm ne ise
elbette mesuliyet anlamında ve ben aşırı titiz, detaycı bir de severek ilmek
ilmek işliyorsam ve işte buldum o yorgun sözcüğü:
Elbet ihanete uğradığınız.
Ama ihanetin muhteviyatı haddinden
fazla kapsamlı iken.
Keşke ikili ilişkilerde olduğu gibi
noktaya koysanız iyi de siz ömrünüzü ve emeğinizi adamış ve göz nuru
bildiyseniz iştigal ettiğiniz onca şeyi.
Her anlamda itibar etmek.
Her anlamda güvenmek.
En azından vicdanım rahat iken ve de
asla taviz vermediğim gibi inandığım kadar da ihanet etmeyeceğim insanlar
aslında herkes çünkü kayıtlı olan bir sözcük var bilgi bankanızda:
Sorumluluk sahibi ve sevecen bir o
kadar mütereddit lakin azimli ve kendini illa ki arka plana atan…
Rüzgârın götürdüğü o lanet çukur ve
diri diri gömüldüğünüz mezar üstelik ölülerin hatta yaşayanların bile gelip de
çukurdaki varlığınızı taşa tutan ve inatla direndiğiniz hayat denen çukur ve ne
çok sevdiğiniz insan…
Aşkın adını anmalı mıyım?
Hele ki hayata ve yaptığınız işe
aşkla bağlı olduğunuz…
Yazmak…
Aşkın ta kendisi.
Karşılığında canımdan can gitmişken
ve ben hala can yakmamak adına canımın yanmasına izin verirken en azından
kimseyi mahcup etmemek ve yanıltmamak adına bir o kadar yüreğimle sevip değer
verirken…
Hangisiyim sizce?
Av mı avcı mı?
Ne fark eder ki bu saatten sonra…
"Yazmak…
Aşkın ta kendisi.
Karşılığında canımdan can gitmişken ve ben hala can yakmamak adına canımın yanmasına izin verirken en azından kimseyi mahcup etmemek ve yanıltmamak adına bir o kadar yüreğimle sevip değer verirken…
Hangisiyim sizce?
Av mı avcı mı?
Ne fark eder ki bu saatten sonra…"
Siz insanı kendini hakkı seven birisiniz,av olsanız Mevla av olmanıza izin verir mi,avcı olsanız gönülleri vuramazsınız yıkamazsınız kardeşim,bir güzel sözle devam edeyim" Her şey göründüğü gibi olsaydı, eline aldığın deniz suyu mavi olurdur." Sizinle olmak yazılarınızı okumak çok güzel kardeşim,selamlarımla.