Düşümde yangın…

Dişimin kovuğunu doldurmazken hasretim büyüyen yangını tetikleyen her kıvılcım.

Buğrası dünün bazen bir bulantı bazen dik yakalı bir şiir ve sözcüklerle örülü saçları kaderin.

Renkler solgun, hafız bense müşkülde.

Hazan yaslı ben yaren bildim mevsimi ve işte devasa bir taslak içine yerleştiğim tasamlar varım ben hüznümle dökülür pullarım ve bestelerden firar eden notalar gibi sabahladığım gecelerin de miadı çoktan doldu.

Sabahın ilk ışığında içtimadayım ve gecenin sönük ferinde yasta.

Yasadığım kader yaslandığım Rabbim ve metanet yüklü neferiyim cihanın.

Devasadır beni yüreğim ve dipçiği ile vurulduğum kalemim.

Oynak sözcükler var havada asılı belki de unutmamaya yeminli olduğum yine de geçiştiriyorum kimi duyguyu ve salkım saçak seriliyorum şehrin surlarına.

Surelerin dokunulmazlığı.

Suretlerin karanlık bakışları.

Aydınlıksa ikbalim ve hüzün reçetem beslendiğim anbean şafak saydığım günler de dünde kaldı.

Sayacı yok ki bu özlemin ve sarnıcıyım yalnızlığın: içine atıldığım o dipsiz kuyu adeta dip boyası gelmişçesine mevsimin şerh düşüyorum ansızın da sızıyor acım ve sökün eden her duygu beni hayata bağlıyor bazense kopuyorum ve uzaklaşıyorum kendimden.

Bilinmeze riayet eden bir rivayet.

Bilindik tek duygu ise Rabbime duyduğum aşk en çok öykündüğüm sevginin dilemmasında yatıya kalan hüzün.

Çok sevmek akıl karı değil.

İklimler devingen insanlar değişken.

Hazzı yok artık yaşamın ve hanemdeki yangın.

Harı duyguların basamaklar beni bekleyen belki de tek basamaklı sayıdan üredim ben bazen yutan eleman bazen kümelerin kesiştiği.

İlla ki ortak paydada buluşmalı insanlar adı konmamış hangi duyguysa devasa bir çengele dokunup asılmalı gök kubbeye.

Hüznün sakit olduğu gün, evreleri kayıp döngünün bilumum sevince eşlik etmesi en büyük arzum bu yüzden acımla beslenip şiir olup doğuyorum günbegün.

Huzuru duyumsadığım o kesit:

Keşfe çıktığım her duygu.

Uyruğu olmayan bir minvalde yeşeren sözcükler ve işte çizdiğim o eşsiz resim…

Acının da sertifikasını aldım ya ve işte yüreğimi de ardına kadar açtım.

Zaman terli.

Zaman yaslı.

Zaman belki de geçkin bir şarkı.

Münzevi ruhumdan arda kalan sadece sözcükler ve ben ölümle dans ediyorum her sustuğumda yanıldığım her fasılda ritmini soluyorum bilinmezin ve bir açıp bir soluyorum.

Yekpare hüznün de duayeni iken duyup da tepkisiz kaldığım ve eleğimden geçen duygular.

Sırdaş kalemin rüzgârında kah üşüdüğüm kah terlediğim ve debdebeli duygulardan kendime bir cennet inşa ettiğim…

Dil yaram yürek yaram ve kalemin dokunulmazlığında saf tuttuğum kadar firari ruhumla da fink atıyorum kâinatta ve tavaf ettiğim bu boyutsuzlukla güncelliyorum ruhumu.

Delişmen varlığımın da iki yakası bir araya gelmezken en dik başlı şiiri yazmaya meyyal aralıksız uygun sözcüğü arıyorum ve derinlerden beni çağıran sesi annemin.

Annesiz geçen bunca zamanın ardından yeniden umut ediyorum ona kavuşmayı ve sözcüklerimi değil sadece tüm varlığımı sunuyorum bilinmeze ve de hamt ediyorum yoksa mümkün mü ayakta ve hayatta kalmak?

Ruhum sensiz göçmen bir kuş gibi, anne ve sahipsiz kaldığım bunca zamanın da hatırına en uzak ülkesin benim seni ısrarla çağırdığım ve sen en güzel şiirimsin anne, ipekten saçlarına konan kelebek gibi kısa ömürlü de değilken sana duyduğum sevgi ve Rabbime bağlılığım ve sökün eden eski senenin ardından sığındığım tek limansız Rabbimden sonra ve sensizliğin kesif sessizliğinde uğurladığım hüznün ardından haneme doğan güneşsin yeter ki çabuk tut elini ve dön evine, yuvana…