‘’Seni sevmenin mümkünlüğünü arıyorum, sonra kendimce bir sevgi buluyorum, kendimi seviyormuş gibi, kendimi unutur gibi, mevcut durumu inkâr edercesine…’’(Alıntı)

 

 

İklim seferberlik ilan etti, azizim hani içerlediğim kadar sessizliğine sakin kalmaya çalışan diğer yarım.

Temenni dahi edemeyeceğime bir uzaklıktasın oysaki elimi uzatsam d/okunacak gibi sana ilk ve son kez rastladığımda elimde kitabın gözlerine odaklanmışken en çok da kısık gözlerindeki coşkuyu çektim içime ve ardı ardına kahkahalar attım ne de olsa patavatsızca d/okunmuştum içinde saklı o muzip çocuğa.

Sevmek böyle bir şey işte tutarsızca ve umarsızca sevmek üstelik görmeden üstelik sesini duymadan üstelik üşenmeden sevmek her iklimde seni düşünmez ötesinde tek iklim bildiğim varlığın.

Kendimi sevmekle ilintili ne söyleyebilirim ki ya da ne mi söyledim…

İçimdeki kıpırtı geçmek bilmiyor ne zamanki düşsen aklıma.

Bak, yine geçiştiriyorum kendimi ve sessizliğini hayra yoruyorum çünkü üzgün ruhumdaki dalgayı ve de rüzgârı tanıyorsun sen artık yazdıklarımdan ve yazdıklarımı okuma ihtimalin bile ilhamıma vesile olan içten bir arzu ve de sana aralıksız verdiğim selamdır selamımı al ya da alma ne fark eder mevzu bahis olan sensin madem…

İşte böyle azizim işte böyle şimdi içtimada şimdi beklemede aralıksız kaldığım nöbette bir varsayımdan ötedir varlığın ve gelmediğinde saklı tuttuğum veryansın ve işte ç/ağlayan kalemim gelişinle rüzgâra dönüştüğüm her gelmediğinde kara duvağımla yüzümü örttüğüm.

Ne prensesim ne gelin.

Ne kadınım ne erkek.

Ne canlıyım ne de bir kadavra.

Ben ne miyim?

Bunu bilme ihtimalim yok keza senin de en azından yazarak var olma arzusunda büyüyen bir denkleme günbegün ne çok bilinmez eklenmekte.

Matematikle olan ilişkim ve sayılarla top koşturduğum formüllerle daha da içinden çıkılmaz bir soruya bir imlece büründüğüm…

Belki de bir ayracım ben.

Bir b/ölü iki ve işte parçalandığım.

Parçalandıkça büyüyen yangınım ve işte o tek kıvılcımla hayata sarıldığım.

Sarmalında sözcüklerin daha da büyüyensin gözümde çünkü sözcükler ve yazmak benim içine düştüğüm büyük bir aşk akabinde şiirlerini rozet gibi yakamda taşıdığım ötesinde şiir olup içlendiğim ve hiçlik katsayıma eşlik eden sonsuzluğun amblemi ister artı sonsuz de adıma ister eksi sonsuz.

Hüzün ise kullanmadığım mahlasım.

Girift bir coğrafya firar ettiğim.

Huzura kavuşmakla da ilintili hani yazma maceram yazma kaygım ve evet, kaygılanıyorum artık kalemi her elime aldığımda duraksamıyor muyum sorma nasıl korkuyorum bir daha yazdıklarımı yazmama ihtimalimle sen okumayacaksın diye nasıl da cebelleşiyorum kendimle.

Yazmama ihtimalime ek olarak yazdıklarımın değersiz olduğunu düşünmek ve başarısız addedilmek ve işte sarmalında bu ihtimallerin idame ettiğim hayat daha da çekilmez oluyor:

Sanma ki tüm yazdıklarım okuduklarından ibaret.

Sanma ki seni kıskanıyorum.

Sanma ki tek korkum yazamama ihtimali…

Ya da dilediğini san sen ve sun varlığını yeter ki önümdeki buzdağına yeni sıfatlar ve duvarlar ekleme.

Şiirlerimin eklem yerlerinde açan çiçekler var, azizim ve işte bir sonraki şiirime bu çiçek demeti ile sürükleniyorum.

Sürünmek değil sürüldüğüm belki de uzak iklimlere farklı coğrafyalara sürgün edildiğim.

Mahiyeti nedir sahi sözcüklerin?

Meramı nedir ve de kimdedir?

Aşkın ekseninde dövündüğüm mü devindiğim midir tek gerçek?

Ve aşk nedir?

Bil ki: seninle ibaret değil aşk duygusu.

Bil ki: yazmakla da sonlanmıyor arayışım.

Bil ki: aslında bu gördüğün ben değilim.

Ve işte aralıksız cevabını aradığım:

Ben kimim?

Ya, sen kimsin, azizim?

Yoksa bir azize miyim ya da azığa alındığım ya da çocukluğumdan beri azarlandığım…

Belki de devasa bir arızayım ben ve illet yüreğimden sökün eden heyecanla kayıp ruhumdaki cezalandırma mekanizması ile yoksa sadece bir s/avunma mekanizmasıdır yazdıklarım?

Tek kıvılcımla doğan o yangın.

Doğduğu gibi de ölen…

Ne çok ölü çocuk ne çok ölü şiir doğurdum ben işin ilgini kadın neslinin yüz karasıyım belki de insanlığın yüz akı ve işte içimdeki çocuk sayesinde aralıksız şerit değiştirdiğim kadar zincirleme kazaya sebebiyet vermemden dolayıdır belki de süregelen sonlanmayan kaygılarım.

Aşkın azat ettiği bir iklimim aslında hali hazırda neye tekabül ettiğini bilmediğim belki de kendime konduramadığım.

Yola koyulup da geri döndüğüm ve tüm hayallerimi gerçek kılıp devamını getiremediğim bu bağlamda bir ömür tüm hayallerimle flört edip izdivacına talip olmadığım bir coşku gibi bir çığlık gibi ve işte ruhumun her sesi kısıldığında içime kapandığım kendimi dört duvara hapsettiğim o yüzden de dört ayaküstüne düşmüş gibi kalemimle helalleşip istişare ettiğimden midir nedir adını koyamadığım pek çok duygu var ve sen de bunlardan birisin…

Belki de baba yarımsın sen.

Ya da asla sahip olmadığım olmayacağım bir dostsun sen bir o kadar sessiz bir iklimde şiirlerle anlaştığımız hele ki sen de ben de hayatı şiir gibi solurken mümkün mü şiirin üstüne bir arayışa girmek?

Hüznüme dahi söz geçiremezken ve de son on bir yıldır kalemim iken bana söz geçiren sözünü dahi etmeyeceğim ölü sırlarıma davet ettiğimde seni ve senin de korkup gerisin geri kaçtığındır tek gerçek…

Aslında tek gerçek benim ve sorunlarımın çekilmez olduğudur ve buna kimse boyun eğmeyeceği gibi ben de ruhuma ve kalemime söz geçiremiyorum.

Kaçıncı dalya sahi bu?

Ne çok ördüm saçlarımı balyalarca şiirle…

Hakkaniyet babında üstüne insan tanımam hele ki Allah dostu güzel yüreğinle senin üstüne dost da tanımam…

Ölümlü dünya, be, azizim bu bağlamda hakkını helal et ne de olsa yarına çıkıp çıkmayacağı belli değil insanın bir o kadar hani olur da şiirlerim de kalemim de yarına çıkmazsa…

O halde en güzel şiirimi yazacağım ve adını ‘’sen’’ koyacağım.

Sensizliğin ırmaklarında yüreğimle d/okunduğum her sözcük her şiir benim için Tanrının sunduğu müthiş bir armağan iken…