Tutuşan bir rengin ardında bıraktığı külüydü yaşam.

Mertebesi aşkla dolup taşan her gün her an…

Sözcükler yangından ilk kurtardığım ki yüreğimi çoktan sahibine teslim etmiştim…

Gün mizaçlı bir ömür dilerken gecelediğim.

Gecenin sihrinde yaslı yaşlı bir kelam iken…

Ah, özlemle hecelediğim hayatın derdest edilmiş yalnızlığında kıtlıktan çıkmışçasına sevdiğim.

Bir fermandı şiir.

Kimi insanın okuduğu ne çok fetva.

Kulak verdiğim evrenin sihirli sesi oysaki sessizlikti muhatabı yüreğin ve sevecen yollara düştüm baş koydum umuda.

Neferi olduğum sevginin uğruna baş ettim zalimle.

Hep mazlum hep hazan hep ıssızlıkla sınandığım kadar sinemde saklı tuttum şarkıları türküleri.

Bir kış bahçesiydi gönlümden taşan huşu ve coşku.

Bir yaz köşesiydi kalemin varlığı ile eşelediğim hayatımın ve gerçeklerin de tek ruhu…

Elbet saklı tuttuğum kadar yüzüme yansıyan nuru…

Bahşedendi Huda.

Basmakalıp sevgilerden çekip de elimi ayağımı yan bastığım da değildi hayatın güzergahı.

Meylettim yarına mealimdi çünkü yarınlar.

Meşk eyledim kalemle çünkü dikenli yolları vardı hayatın aşılmasına dair bilip bilmeden saptığım dik yokuşlar varsın olmasın akıl karı…

Hidayetin beşiğinde uyumalıydım ve ihanetin eşiğinde kimse martaval okuyan ihtimamla yaşayıp yazmalıydım.

Yaşadım da.

Yazdım da.

Yazgımı kabullendim yazgımı da kendimle sürükledim mademki kayan bir Yıldız idim.

Adımdan haz etmesem de…

Ve evet, evrenin kucağında saklı bir Yıldız.

Men ettim kötüyü.

Tehir ettim sözüm ona ölümü.

Taşradan şehre göç eden nazlı kız.

Ruhumdaki yası taşıyan pervasız sözcüklerim kadar pervazında saklandığım umudun meali.

Çöken karanlık ve de:

Omzum çökse de taşıyamayacağım yükü vermiyordu Tanrı.

Baş ettim mevsimle.

Hasbıhal ettim evrenle.

İstişare ettim içimdeki meclisti mademki toplanan ve topak topak olmuş duygulardan arınıp bembeyaz bir sayfa açtım kendime…

Kendimden kaçtığım kadar kendime yakın.

Hayata insanlara sözüm ona yakın olduğum kadar uzak.

Tuz ruhu döktüm kimse kini ile yüreğimi deşen.

Tuzla buz olmuştu madem mabedim…

Devasa bir rahmet yağarken üstüme inşa ettim yeniden.

İnancımın büyüdüğü ve iman gücümün asla sarsılmadığı kadar sessizlikti mademki muhatabım ses etmeden sevdim yaşadım ve…

En çok üç noktayı sevdim.

En çok sonsuzluğu.

İhmal ettiğim kadar içimdeki masum çocuğu imha ettiğim kadar acıların tutulan nutku…

İzah ettim bir bir.

İfa ettim.

İfşa ettim belki de yerli yersiz duygularımı…

Ama ben insandım.

Mademki insancıl bir seyir idi gözlemlediğim kuş bakışı tavaf da ettim evreni.

Hayatın koyu gözlerine beyazdan kilimler serdim ve yaralarımı iyileştirmekten ziyade yamalı kalbimi ihya etmekti madem emelim, mealim ne olursa olsun sadece hamt ettim ve sabır.

İmkânsız addedilen ne ise inandığım kadar mucizelere ve surlarına serildim şehrin ve sırlarımı sakladım yedi tepeye…

En çok da imkânsızı sevdim hem en çok ben sevdim…

Çünkü ben insandım ve hayal gücüme sadık olduğum kadar sevdim sadece sevdim…

Hayalleri de sevdim acıtan gerçekleri de.

Muadilim bir sözcükten ziyade sonsuzluğun kıblesinde salınan yüreğimle meddücezri oldum sözcüklerin ve rüzgâra denk düştüm ve savurdum şiirlerimi savundum da insanlığımı avunduğum kadar avuttum da içimdeki çocuğu.

Belki de bir hataydım insanların gözünde belki de bir imla hatası ama vazgeçmedim.

Güllük gülistanlık olmasa da yaşam.

Bir gül olmanın nesi kötüydü hem en çok da gülüm/semeyi özlediğim…