Rengi olmayan bir özlemi basıyorum
b/ağrıma ve öznesi olmayan gülüşler ısmarlıyorum.
Kaskatı kasıldığımın ertesi umutla
uyanmışken yeni güne…
Dün ve bu gün hep de aynı temenni ile
adımlarken hayatı.
Adı olmayan bir durak ve de ulaşmam
gereken ya da geciktirmek adına beklenen sonu ve şık giyimli hüzün öbekleri ve
ağzından baloncuklar çıkaran süs balıkları.
Dimağım zengin.
Dimağım yorgun.
Müptelası olduğum hangi duygu ise
uzağımda ve meçhul duyguların tuzağına düşme ihtimali ile temkinli yürüyorum.
Bodoslama daldığım hangi olasılıksa
artık içime çektiğim ve dermanı olmayan hayatlar sokağında tıkılmış bir
tükenmişlikle adeta ip atlıyorum çocuk olmanın bir adım öncesi iken oyun
bahçemden firar ettiğim ki hep bunu anlatırdı bana ailem her başım sıkıştığında
kendimden ve bulunduğum mekândan ne zaman kaçmak istesem ve kanat açsam
yeniliklere hep de gülerek anardık eski günleri.
Eski günler ve eksilen ailem nasıl ki
dünde kaldı günün ağırlığını taşımakta zorlanıyorum işte ve oradan buradan
aldığım yeni kötü haberlerle biliyorum da yapacak gücümün olduğunu ki neyi
yapacak olduğum da şüphe götürür.
Bir yeti ise sevmek yetinmediğim.
Bir yatırımsa yaşamak cepten
harcadığım duygular.
Bir iltifat ise güzel anılmak elbet
iç güzelliğin yüze vurduğu tıpkı akşam güneşi güzele vururken artık kendimi
güzel ve mutlu hissetmiyorum ve çöken karanlıkla daha da depreşiyorum.
Delişmen mizacımdan da eser yok ve
delice esmiyorum son zamanlarda ama içinde yürüdüğüm dehliz beni ta içine
karanlığın merkezine çekiyor.
Eklem yerleri acıyor şiirlerimin.
Şiirlerimden çektiğim bir halat gibi.
İçime çektiğimse bayat hava gibi.
Bayağı konuşan adamlar ve kadınların
tek lüksü iken argo ve küfür ben hali hazırda nazenin ve kibar varlığımla artık
neyi ispat ediyorsam içimin dalgaları bu sefer yüzümü yalıyor ama yetmiyor da.
Mısralar kum tanesi gibi ve ben
kumdan kaleler yapıyorum ve kalemim de benim küreğim ve kürediğim binlerce
duygu adeta alametifarikası ruhumun.
Neye delalet ise kalemin ruhumu
kışkırttığı ve hiç de hayra alamet değil hani kulağıma küpe olan neyse bir bir
dökülüyor üstümden ve üstelediğim kadar üşengeç haletiruhiyemle demleniyorum
hayatın tortulu dibinde ve git gide batıyorum dibe.
Dibi kaç bin kere görmüşsem bir ömür.
Dip boyası efkârın ve çetrefilli
duygular saçımın perçeminde beyazlara vesile olan hüznün tarifesinde sayısız
çentik atıyorum gidip geldiğim yollarda kendime rastlama umuduyla ne kadar
çabalarsam çabalayayım duyguların ikramı yeniden çağlayan gözlerim ve yankısı
duyulmazken sesimin elbet nemalandığım cihanda asla eksilmeyen ı baskın dış
ses.
Münazara ediyorum kendimle ama
kesmiyor.
Müptelası olduğum mevsimde karambole
giden rüzgârı misal içime çekiyorum asla da kestiremiyorum yarınların ne
getireceğini.
Hüzün bohçam yamalı.
Pasaklı olmasam da paspas yapıyorum
pek çok duyguyu içimde buyuran bir tanrı var adeta ve tanrısal bir özlemle
öznemi gizliyorum yerli yersiz söylenenlere nazire dahi yapmıyorum ve
sessizliğime Rabbime sığınmış sefil varlığımla nokta atışı yapıyorum bazen
hüzünle eşleşen kalemim de bozguna uğratıyor dünümü hani dünümde saklı
mutluluğu kim çaldıysa ses etmeden bekliyorum nüktesini geleceğin.
Mihrabı yerinde gülüşler.
Geçkin kadınlar ve geçkin şarkılar
sokağı.
İhtimamla üzülürüm, bayım, diyen bir
şair misal peşine düştüğüm ve şair kimliğime eşlik eden temel duygu yetemediğim
kadar kendime ve ahvalime mısralar mırıldanıyorum ve körfezi olmayan şehirlerde
kuraklıkla mücadele eden bozkırlarda kendimi atmak istiyorum doğaya ve
istanbul’un serkeş kirliliğinde ve betona dönüşmüş mealinde bir tek dikili
ağacım dahi yokken dikenlerimi yine kendime batırıyorum belki de şehirde saklı
tek çiçeğim solması an meselesi ve en girift acıyım içimin dik açılarında saklı
bir üçgeni merkeze oturup bir de üçlü ilişkilere bakıyorum da…
Baka kaldığım kadar da var hani.
Belki de bakaya kalıyor duygular
hangisinin beratı verilmişse ve sözcükler bazen komplimanlar yapıyor elbet
kalemin reveransı ile yüreğim ve gözlerim büyüleniyor ve olmazın oluru
duygulara meylediyorum.
Şehrin göçebesiyim.
Evrenin göçü belki de içimde nam
salmış olan.
Bir göçmen kuş gibi kanat çırptığım
yalnızlığım ve dünde kalan şüheda mutluluğum.
Hayatın cezbeden hiçbir yanı mı yok…
demenin meali ise hüzünle kırışmış yüzümden düşen bin parçadan bir tek bina
dikmek arzusu olsa da içimde saklı olan asla da o binayı dikemeyeceğimi
biliyorum hele ki taş taşın üstünde kalmamışken taş kesen yüreklere hayretle
bakıyorum çünkü ben ıssızım.
Hayatımda hiç mi hiç böylesine terk
edilmiş ve ıssız kaldığımı da bilmezken…
Issızlığımın sindirdiği iç sesim.
Issız limanıma kuşlar bile konmuyor.
Ve annem hastalanıp evden gittiğinden
bu yana pencerenin müptelası olmuş ne tek serçe ne kumru gelip de konuyor
ruhuma ve ruhumun kırık tokasında takılı kalmış bir saç teli gibi öylesine
kopuk ve uzağındayım ki hayatın ve de mutluluğun…