İtaat etmekle inkâr etmenin bileşkesi elbette düş gücüne yenik düşen bir mağduriyet, dillendirmekten gına geldiği.

 

Sözcükleri cilalasam şimdi ve deşifre etsem cilalı taş mevsimini ve bir mağara adamına özensem ve özenle avlanıp karnımı doyursam ve çıt çıkmayan mağarama sığınsam…

 

Hurafelerin doğurganlığı bir de gerçekler elbette evrenin sunumunda başımız gözümüz üstüne ve dirlik düzen karşıtlarına da sitemim ne de olsa tek bayrak altında tek yürek ilerliyoruz bazen ters düşsek de birbirimize.

 

Atıl bir beklenti küpü ve içindeki sayaç illa ki takılı belki de takıntılı mizaçlar birbirine geçme hakkı tanımayan ve asla da mübalağa etmeden yaralarımı sarmakla sarmalında hüznün gülümsemeyi de diri tutmak.

 

Mağlup olmanın da bir ön görüsü elbette mazlum tayfasına dokunaklı bir reçete sunduğum ve ilk maddede de ısrarcı iken.

 

Kümülatif bir sayaç ne havanın ne de suyun asla bedava olmadığı lakin bedava olan illa ki hayatlarımız kimi zaman sudan sebeplerle deşildiğimiz sonramızı da asla tayin edemediğimiz ve muzip bir gülücüğü sakınırken birbirimizden.

 

Az evvel batan gemiden denize yayılan duygu cesetleri elbette faili isyankâr duruşların özet geçtiği bir ferman sonrasını tahayyül etmekten an’ı yaşamaya da sıra gelmezken.

 

Suçlu hissettiğim de aşikâr bir kabulleniş bazen sözcüklerin devinimine engel olamayıp yanlış bir anlama denk düştüğüm oysaki omzumdaki şaldan yere dökülen kırıkları da içime doğru süpürdüğüm.

 

Bir içimlik şiirlerden medet umduğum ve asla da şiir yazdığımı iddia etmezken kulağıma küpe olan imgeler.

 

Tarzım ya da değil lakin olacakla öleceğe de çare yok diğer yandan yine olacakların ölümsüzlüğüne şerh düşüp ölecekleri de olur gözüyle kabullenip sırtımdaki küfeyi gelişi güzel dolduruyorum.

 

Sanrılar cumhuriyeti artık hangi akla hizmetse; biri bir şey diyor derken dünya o söylemin etrafında dönüyor ve iddia makamı olarak demiyorum da… demediğim ne kaldı ki yoksa deneceklerin daha tekini bile haykırmadım mı?

 

Göğün köprüler kurduğu aksanlı yürekler ve ayakları olmayan köprüye bağdaş kurup da huzura odaklandığım elbette deyimler sıra dışı deyişler su götürmez gerçekler yine söyleme tarzından yana defolu bir aksan: bazen bir hıçkırığı sahiplenmek bazense bir aldatı nezdinde çığlıklar atan martılara özenmek hele ki şehir trafiğinde uçmak yerine yürümeyi tercih etmişken sevgili martılar.

 

Uzandığım bir dal ve tünediğim.

 

Uymadığım bir düzen ve ötelendiğim.

 

Sancılı ömrün sarkacı hala düzgün çalışmazken ve ben tüm gücümle sevgiyi kutsal bilen her ihtimale paye verip sevgiden yana ödün vermezken.

 

Kulaçladığım şunca rahmet belki kundaklanan gürültülü söylemler oysaki ağzım var dilim yok cinsinden sebeplenip de bir ömür süren sessizliğimi sonlandırıp kaleme kuvvet yazmakla taziyelerimi sunduğum sus pus geçmişim.

 

Açık ara farkla yürüyorum belki bir şiirden kaçıyorum belki bir şiire sığınıyorum ve illa ki ortak bir zeminde buluşmak adına insanlarla ve işte geldik asıl mevzuya.

 

Tadı anlaşılmayan bir duygu hele ki insan duyguların gurmesi iken neresinde asılı kalsam da askıntı olan duyguyu telaffuz etmekle görevlendirilsem iyi de kimse bana bir görev tahsis etmedi ve ben başına buyruk döneniyorum cihanda seyrüseferinde zamanın, mekânlardan kaçıp zaman aralıklarını yuva belliyorum.

 

Sözcük katmanları.

 

Sözcüklerle intihar belki de benimki her ne kadar son noktayı koyacağım desem de her yazımı nihayetlendirip yirmi dört saat geçmeden içimde uyanan yazma isteği ile sefertasımdaki sözcükleri boca ediyorum yüreğimin tepsisine ve kaşıklıyorum günü hele ki örtülü olan gerçekleri avaz avaz bağırmak ile lüksümü yok sayıyorum ki tek lüksüm iken huzura biat bir sıradanlık yazmanın menkıbesi ile doğurgan bir coşkuya selam veriyorum ve şerit değiştirmeden güdüyorum kelimeleri.

 

Bir heceye takılı iken gözüm.

 

Bir kuramı daha yok saymak adına.

 

Ve mıntıkası olmayan satırları kürüyorum ve kümelendiriyorum duyguları sözcüklerin nasırına basıp imleç çığlık atarken sesini kısıyorum ve yüreğimi alamadığım gözlerinde sevginin, ayağı olmayan şiirlere çalım atıyorum ve örtülü ödenek gibi günün üstünü örtüyorum her kanun hükmünde kararname bazında bir kavis çizip bir de kandırıyorum kendimi elbette mübalağa etmediğim elbette seyrinde ömrün asla da inkar etmediğim…

 

Hangi ulaçsa.

 

Hangi ulak mı yoksa dünü ihbar eden…

 

Sevdalı bir mizansen gürültülü bir sağanak elbette ahmakıslatana hep benim denk düştüğüm ve üşümeyi asla sonlandıramadığım ezkaza rastladığım kendime sorular yağdırdığım bir o kadar yüksünmeden ve de üşenmeden hayata yeni kılıflar geçirip sevdiğim insanlardan medet umduğum ve tayin olduğum yüksek karlar tepesinde dolduruşa gelen kar tanelerine öykünüp sözcüklerimi yağdırıyorum o en yüksek rakımda neye tekabül ettiğimin de hesabını yapmaktan geri kalmadığım ve içimdeki almanak bas bas bağırırken güme giden ömrün de künyesinde sallandırıyorum düşlerimi.

 

Hiçliğin örtüştüğü o derinlik.

 

Zaafların himayesinde yenik düştüğüm sistem.

 

Sisteme dâhil olmakla sıra dışı olmanın artık nasıl bir ilintisi varsa ve mevzu bahis olan tüm veryansın aslında tek karede gizli ve giz’in uzamında beylik bir deyimle kendimi ihbar ediyorum yazdığım her şiirde.

 

Ve işte tutunacak tek dalda iken gözüm…

 

Sihrine yenik düştüğüm hayallerin…

 

Devasa bir mabet elbette iklimsel döngünün asla sirayet etmediği ve bir koşut iken yarım kalan hikâyeler kayıt altına alıyorum günün muhtevasında salınan duygu ve edim örnekleri ile genele vuruyorum elime ulaşan her çözümde adlandırmakla anlamlandırmak arasında gidip geldiğim…

 

Bariz bir yenilgi olsam da yenik düşmediğim illa ki niyeti bozuk bir iklimden sıvışıp içimdeki mağaraya gizlendiğim ve geç olmadan da rüştünü ispatlamak hayatın her ne kadar sevecen bir tonda olmasa da sesi…