‘’Vücuduma şiirler saplıyorum
durmadan. Sen bilirsin ya, Allah dayanabileceği kadar acı verirmiş insana…’’(Alıntı)
Mikado çöplerinden arkadaşlarım
var/dı benim varamadığım yakasında şehrin bir düş gibi ruhuma ektiğim şiirlerin
müsveddesinde özet geçtiğim hayat ırmağımda saklı bir simit gibi ya da kayık
sızan dibinden su küresi yüreğimde sudan sebeplerle susmam iken öğütlenen.
Martaval okuyan komşularımız vardı
bizim, fi tarihinde yaralı ve sevdalı şehrin Anadolu Yakasından başka hiçbir
yakaya göç dahi edemediğim…
Ertelenmiş hayallerin kızıydım ben ve
de annemin yıldızı ve dedim ya: mikado çöplerinden kaç hayali arkadaşım varsa
hali hazırda terk etmedi beni ya gerçekler ve gerçek arkadaşlarım…
Hep mi kendilerine göre haklı
gerekçeler sunardı her biri?
Bense duvarın dibinde unutulmuş kurak
bir saksı çiçeği.
Hizaladığımdı duygularım ruhumun
menteşeleri ise çoktan sökülmüş ve tek dişi kalmış kaç canavar varsa hep
yataklık yaptılar korkularıma…
En çok ölümü sevdim ve ölümü diledim
bilfiil yaşadığım yaşattığım kadar hüznümü içine girdiği bir kova suda
serinlediğim bir Ağustos vakti.
Sonra en çok annemi sevdim ölümden de
çok.
Bile bile içimde saklı tutsam da
ölümü asla konduramadım anneme ve işte o gün başladı yeni hikâyem:
Annem hastanede yatarken volta
attığım hastane bahçesi hatta bahçeleri oysaki ne bahçıvandım ne yalancı ne de
Azrail’i etmiştim baş tacı…
Öncemde ölebilirdim diledim de ölmeyi
ama nerede bende o c/esaret ve bile bile esir düştüm korkulara bir de vazgeçmek
istediğim hayatım…
Bir film karesi gibi çeyiz sandığımda
sakladığım.
Sevgiyle de yüreğimi akladığım…
Haziran başında yenik düştüm kadere
ve binlerce git-gel meşrebi idim belli ki sezgilerimin ve ölüm korkusunu
ayaklarımla çiğnediğim…
Çiğ çiğ yedim kendimi.
Çil yavrusu gibi dağıldık dört bir
yana…
Baskın çıkansa anneme duyduğum sevgi
ve kim bilir kaç kere teşrif etti ölüm meleği acilde gecelediğim ve günlerce
cebelleştiğim ve sadece annemi hecelediğim…
2016 idi miladım ve annem kuş gibi
kayıp giderken kollarımdan ve Tanrı yeniden bir hayat bahşetti anneme bense
değil ölmek ölümden dahi bahsedemezken annemin yanında.
Renkler soldu.
Gök kuşağı kıskandı anneme sunduğum
renkleri.
Hüzne bandığım günler geceler ve
yıllar.
Tasnif edemediğim nice duygu bense
ambulansın ön koltuğunda gaipten gelen bir yolcu yetiştirdiğim annemi zar zor
hastaneye.
Ölümü irdeliyorum, evet ama ölmekten
korkmuyorum hatta ve hatta haz duyuyorum ne zamanki bir yerim ağrısa tası tarağı
toplayıp göçmek istiyorum bu dünyadan bu şehirden bu yakadan ama hakkım yok
benim ölmeye çünkü cinnet gecelerinin ertesinde annemin defalarca doğduğu kadar
külleriyle iştigalim Gül nezdinde ve nispet edercesine hayata ölümle
şakalaştığım kadar kabullendim artık yeni hüviyetimi…
Dedim ya: hakkım yok ölmeye.
Hali hazırda çoraktır toprağım.
Hali hazırda susuz ve yalnız ve
ıssız.
Cahil zümrelerden uzak mevsime tuzak
kurduğum ve yaz mevsiminde araladığım pencerede arakladığım bir hikâyede ön
sözü olmakla iştigalim yazdıklarımın.
Ve de şairin dediği gibi:
‘’Çok şey öğrendim geçen üç yıl
boyunca
Alt katında uyumayı bir ranzanın
Üst katında çocukluğum…’’
Aşkı hecelediğim değildir hayat aşkı
bizatihi yaşadığım çünkü yaşamanın diğer adıdır aşk ve aşkı kitaplardan öğrendiğim.
Zaten ilk sorum da bu olmamış mıydı
aşk adına:
‘’Aşk nedir anne?’’
Bam teline basmışken ruhumun aslında
vardiyalı bir sistem iken yaşamak bense aşka âşık olmuşken ve kim bilir kaçıncı
baskısı aşkın…
Renklerin özünde beyaz.
Aşkın közünde siyahi bir darbe:
Parantez açtığım hayatın kum saati
nasıl ki tek bir zerreye tekabül ediyordum ve işte o gün doğdum ben yeniden
tıpkı annem gibi tıpkı sözlendiğim zaman ve mekân gibi…
Alt katında uyumasam bile ranzanın
hayallerimde hep üst katında uyudum ranzanın şimdilerde ise annemle baş başa ve
her gece onun nefesini kontrol ederken Rabbime koşmanın verdiği huzur ile
intikal ediyor düşünceler.
İsterse üç bin yıl geçsin üzerinden:
Ben asla vazgeçmeyeceğim annemi
sevmekten ve de beklemekse başında başım gözüm üstüne.
Renklerden beyazı sevdim ben.
En çok da annemi:
Hükümranlığında Rabbin nasıl ki bana
ve ona yeni bir hayat bahşetti Mevla…
Duvar saksısı kimliğimle kaç dönüm
arazi saklıdır bilmezler içimde:
Kaç hektarsa aşk…
Ve çeşit çeşit bitki ve meyve
yetiştirirken yüreğimin çeperinde varsın olsun bir duvar saksısı olarak
addedileyim oysaki ben cihanda sadece annemin kızı olmaya aday ve kefilim ve
bir adım sonrası…
Adımı Gül, diye telaffuz eden tek
kişi iken annem ve nasıl ki dokunulmazlığı var sevginin muhafaza ettiğim kadar
kimliğimi kaç fidan boy verdi bilmezler içimde nasıl ki içtimada geçmekte her
gün ve her gece…