Sırdaş bir düşün kundakçısı gerekçe yüklü gerçekler ve yosunlaşmış makamlarda tebessümler kovalıyorum her sisin de inkârı iken güneş ya da dolmaya başlayan o kum saati belki de dolunayın teşrif ettiği metruk bir düş ve gece isyanın süngülüyor bense acılarımı sürgülüyorum ve top yekûn firar ediyoruz evrenden.

 

Elbet bir dip notun eşliğinde sözcükler doğuruyor yaralı kalem ardında kalan kan izine itibar eden bir sülün de değil hani kanı çekilmiş şiirlerde bir veda izleğine takılı aklım ve martaval okuyan lanet ve yandaşları…

 

Mizacımla efsunluyum.

 

Dolan miadıma öfkeli belki de.

 

Sarpa saran sözcükler ve dokunulmazlığı mevsimin yine de mealini biriktiriyorum dünde kalan günün ve gün bozguna uğramışken başıma gelen talihsizliklerin çetelesini tutmaya dahi zaman bulamıyorum.

 

Bir ah ise sırtıma yüklenen.

 

Bir es ise mutsuzluğa hala nasıl oluyor da dur, diyemediğim.

 

Kanayan bıçkın gövdesi metruk düşlerin ve salyaları akan hain zaman ve melun gölgeler.

 

Kabristan içimde saklı ve gizim dünde kaykılmış.

 

İzini sürüyorum muradımın ve dalyalar armağan ediyorum geceye sonra da gün yüzlü bir mizaç diliyorum evrenden kurşun kadar ağır hayallerin ve çürüğe çıkan gerçek aslında metazori bir yüklemden de sorumlu değilken sorunlu addedilen sefil varlığım.

 

Sır küpü nice yeis.

 

Acı öğüten yaşlı değirmentaşı.

 

Kalbura dönen miladın bilmem kaçıncı ölüm bildirgesi.

 

Yükümden yok sayıldığım.

 

Yokluğumu varlık addedenler.

 

Varlığın da tapusu iken taşımaktan yorulduğum ruhum.

 

Kaybı ya da garbı ve süt liman bir hoşluk dilediğim oysaki umut ekip hasret biçiyorum en çok da huzura ve insana hasret yüklediğim.

 

Yükümde kaç galon benzinse kalan az sonra infilak edecek olmanın da ilk şartı iken elbet yazabildiğim kadar yazıp firar etmeliyim ölü geceden sonramı da Allah’a havale ettim mi az da olsa huzura erebilirim…

 

Deme gayreti içerisindeyim ve gecenin pedallarına yükleniyorum ve yerinde sayan bir sarkaç hatta bir yürüme bandı her bastığım sözcük avaz avaz bağırıyor sonra da kutsalımı hiçe sayanlara paye vermezken son lokmamı da şiir diye nasipleniyorum ve rahmetin her zerresinde bir rehavet yüklenip bir de rivayet peyda oluyor ve işte arkamdan atıp tutanlara aldırış etmeden yoluma devam ediyorum.

 

Başım dik olduğu kadar da dik başlıyım işte ve pabuç bırakmıyorum yere göğe sığdıramadığım kimse hizaya gelmesini dilerken yürüdüğüm o gergin ipin üstünde yalpalıyorum ve hayatın yüzü suyu hürmetine bir de bağlı olduğum inancım asla da süklüm püklüm bir eda ile değil kaldığım yerden dik omuzlarımla son yükümü de atıyorum sırtıma ve sırtımı dayadığım o dağın aslında erimeye yüz tutmuş bir buz dağı olduğunu yeni yeni idrak ediyorum.

 

Anlattıklarım ne ki bir de ihbar etsem ya içimdeki katıksız buz denizini.

 

Üşüme gayreti yok bilakis ter atıyorum çünkü içtimada geçiyor ömrüm ve acılara antrenmanlıyım elbet göğüsledim o ipte oynayan cambazlardan da alıyorum ağzımın payını lakin bir cambaz değilim ben dosdoğru bir insan ve azığa aldığım mutluluğu yine sepetliyorum ve çöp kutusuna atıyorum sunulan tüm itirazları ve ithamları…

 

Kayıtsız kalamayacağım gün gibi aşikâr lakin esefle yürüdüğüm bir yol da değil ki bilakis hayra yoruyorum her şerri ve miadı dolması beklenen bir huşu ya da ihtiras da değildi içimde biteviye tetiklenen kabul görme güdüsü.

 

Hoş görülmesem de hor görülmenin asla bir aksanı yok belki de akla zarar hoyrat bir imgeyim ben her ölümlü gibi yanlışı olan ve her canlı gibi özellikle psiko-sosyal bir ön görü ile aidiyet duygumun ihlal edildiği her köşe başında girift bir mizacın da aksadığını da sanmasın hani kimseler hele ki tek derdi anlaşılmak ve pay etmek iken…

 

Üstelik mutluluk ya da kopacak bir alkış tufanı da değil başımdan aşağı dökülen o sağanak mağduru göğün de solmayacak hani gözünün feri hele ki kayıp giden bir yıldız da değilim sadece hayatı bir gül bahçesi bellediğim ve illa ki dikenlerden mustarip bir yürek sesi üstelik kendi dikenlerim de değil artık canımı tek yakan…