Ölümü irdeliyor şafak afaki
bulutlarsa yok satıyor
Beti benzi atmış ümmetin isyanı ve
işte tok gözlü ruhlar
Nasıl da sözüm ona cafcaflı
Tok evin aç kedisi
İsyankâr
Bakışlar romansı.
Dünü tefe koyduk koyalı
Günü de geçiştirip
Sözcüklerin hasretinde ulu orta
sevenlerin
Nezdinde ulu orta ölenler durduk yere
Efkârı hayat belleyenler
Aslında hayat bunun neresinde?
İstifli bedenler na’şı insanlığın
Bakalım nereye kadar gider
masumiyetin
Tutsaklığı?
Tuzak addedilen bir gün
Ölümle bilenen her yürek nasıl da kördüğüm
İnsafsız lenduha gölgeler
Acının kıvamı boyunu çoktan aştı
insanların
Devasa dalgalar yutup da beslendi
acıyla
Açılmadığı kadar barışın kapısı.
Aymazlığında içine düşülen kafesin
kırık teli
Bir kuş misali göç eyleyen ruhlar
Kavimi ölü
Kavşağı belki de bir b/ölü insan
Aşkın hicreti
Sessizliğin masum göçü
Masumiyetin sessiz öcü
Hörgücü güllerin solan dikenleri
Bir batında doğan ve ölen gün
ışığının
Solu raksı baştan ayağa
Nasıl da yaslı vicdanın baş şehri
Bir kumpanya adeta insanlık
Kumar oynayıp da kazanan gördün mü
hiç?
O halde başını kaldır ve bak
Kanayan coğrafyalarda kana doymayan
Hilkat garibesi öcülerin dinmedi
gitti zulmü.
Yalnızlığın sağdıcı iklim
Sözcüklerin ölü nefsi ikilem
Yüklü insanlar ve hudutlar
Şeytana peşkeş çekilen masum bedenler
ve rüzgâr
İçine ters eserken şehrin
Şüheda mazisi güneşin
Artık siyah doğuyor gün ve eşi
Mehtabın kor nefesi
İhya edilesi kötülük
İmha edilesi lanet ve iblis
Kör noktası devranın
Kordan gülücükler acıyla boyandı