Mahzun bir gülüş ise kundaklanan o
halde maruz görün isyanımı en çok da kibre ve nefrete tapınanlardan uzak
bazense içine tıkıldığım zindandan ve ayrı düşemediğim tuzağa tutsak hiçliğimle
var olmak ve varlığımla yok sayılmak adına canhıraş da insanlığımı sunmak ve
korumak adına bir anlamda evrene hizmet verirken hizmet dışı addedilen sevgime
ve iyi niyetime de çamur atanlara duyduğum hicabı yok sayamıyorum…
Geçkin bir gün geceye yakın.
Gür sesi ölümün dalkavukların elinde
davul uğurluyorlar gelini:
Nasıl ki ata bindi o genç kız ve
‘’ya, nasip’’ dedi…
Asla da alakası yok demeyin hani
yazdıklarımla o gelin arasında kurduğum o b/ağın ve ağdalı söylemlerden uzak
basite indirgemek ise hayatı belki de budur beni zorlayan çünkü yaşamın çekili
perdesi henüz açıldı ve uçuşan tülün ardında saklanan utangaç varlığımla
sonunda ben de kendimi aştım.
T/aşkın nehriyim bentlerden
bedenimden firar ettiğim…
Fedaisiyim de evrenin çünkü firari
bir kuşum insan neslinde söz konusu madem insanın Rabbine ve birbirine ihaneti…
Kuluçkaya yatan yüreğimden
s/üzülenler ve mehtabı beklemedeyim çünkü ışıktır benim hasretini duyduğum ve
ışıyan gözleridir insanların her baktığımda Rabbimi gördüğüm.
Her yerde mevcut sadece O.
Her acıda saklı hüznüme eşlik eden
de…
Hüzünlü kalbimi en çok seven hatta
tek seven.
Ve benim tek servetim yüreğim ve
içimdeki çiçek bahçesi.
Elimde mezura adımlıyorum yolları ve
işin içinden çıkamıyorum çünkü dünyada eşitlik ilkesi henüz nam salmamış ve
kabul görmemiş ve ne yazık ki: mazlumun sesi alçaktan uçuşan güvercin gibi ve
mağdurun dinen nefesi nefsine tapan zalimin de dünyada yaşadığı yalan cenneti
aslında sunan iblis yine tapındığı kadar yalana ve nefsine.
Geniş ölçekli bir harita dağların
ovaların görünmediği.
Kuş bakışı bir akım bense salkımlarda
saklı rüzgâr gibi bağcıyı kovanlara nazire yapan bağı yağmalayanlara da
sessizce sövüp sayan.
Makamı yok içimde susan şarkının.
Hicranı da bol yalnızlığın ve ses
geçirmez sandığım duvarların nasıl da kuşağı varmış ve gıybetin hasını
yapanların aldığı o büyük hazzı nasıl sonlandırabilirim diye de sormuyorum asla
ve ben sadece bakıp da önüme yolumdan sapmadan yaşamanın hesabını yapıyorum.
Muadilim olan çok duygu var parmak
hesabı yapıp işin içinden çıkamadığım.
Müdavimi olduğum en çetin mevsim
elbet insan ırkının hüzün denen güfteye tutsaklığı ve dünya aslında iyiler için
bir cehennem ve sefasını sürenlere nazar etmeden nazire yapmadan nazik bir
dille geçiştiriyorum başıma atılan taşları ve ayan beyan yüzüme atılan tokatlar
beni benden edip yine beni bana sevdiren ve Rabbine koşturan.
Aralıksız düşünmek ve acı çekmek
olası.
Arz ettiğimle talep bulduğumsa denk
değil birbirine ve işte iktisadi denklemler devre dışı ve işletme branşını
kökünden sarsan bir işletme mezunu olarak zaten ne zaman sıcak baktım ki bana
ait olmayan bir mesleğe?
Mensubu olduğum kaygılarım var ve
boşa çektiğim kürekler.
Denizin dalgalarına direndiğim belki
de en çok fırtınalı ve dalgalı denizleri sevdiğim öyle ki sakin havalarda yola
çıkmam ben ve nerede varsa bir haksızlık ve adaletsizlik ve kaos peyda olurum
ansızın çünkü çözümsüz ne var ne yok ilgi alanımdır bu yüzden bir kördüğüm
olmanın da meali aşkla bilgiye olan düşkünlüğüm ve öğrenci ruhumla atıfta
bulunduğum ikinci mesleğim ne de olsa tebeşir tozu yutmuş olmanın da
güzelliğidir öğretmen kimliğime en yakışan ve bilgiyi ve hayatı sınırsız
sevmelerin de bana verdiği huzur ve dayanma gücü…
Sözcüklerse patavatsız.
Yazmak zaten aşkın ta kendisi.
Hüzzam makamında çalan şarkılardan
düşen payıma ve hüzne olan yakınlığım yatkınlığımla yüzümden düşse de bin parça
ben yeniden güller savuruyorum bana taş atanlara ekmek uzatıp karşılıksız sevip
inanıyorum da insanlara.
Derin darbe en çok da derinde yüzüp
aldığım.
Tasam derdimse kendi kimliğimle ve
tebessüm ehli yüzümden yansıyan bazen ışık bazen hayal kırıklığı ve işte tepe
noktasındayım insan olmanın da kitabını yazanlara olan yakınlığım ve
düşkünlüğüm.
Nemalandığım çok duygu var.
Kararan havanın da peşine takılmış
bir çoban köpeği gibi havayı kokluyorum ve asla ayrılmıyorum sürünün başında
çünkü kâinat bu görevi bana tahsis etti:
Nasıl inkâr ederim sadakatimi
Rabbime?
Nasıl yalan söylerim insanların
gözüne baka baka?
Nasıl isyan ederim kuyum kazılsa da?
Ve işte gözden düştüğüm ve işte
karşılıksız bir aşka nice aşka düştüğüm…
Mevsimlerden beyitler örüyorum ve
yüreğim de işinin erbabı.
Türküler derliyorum yanık sesinde
mektupların yandığım kadar da İlahi Ateşle tüm kasveti yok sayıp yeniden
doğmanın da mucizesi ile şerh düşüyorum hayata.
Kibirli ve kasıtlı söylemler.
Kayıtsız kalamadığım yine de
sessizliğe bürünüp sesim aslında iç sesimde saklı iken ve sadece doğru zamanı
sabırla beklediğim.
Hasat zamanı.
Hevesim kursağımda kalsa da ödün
vermeden ekip biçiyorum.
Şarlatan bir gölgeden firar eden
yetim bir çığlık ve acıyla büyüyen hasretim ve özlemim sevdiklerime asla
sonlanmayacak umudun penceresinde açan güneş gibi bazen tehir etsem de hayatı
ve mutluluğu sadece gizini sürüyorum zamanın ve bitimsiz addedilen hayatı ben
peşinen iki tırnak arasında yaşayıp da içime çekerken biliyorum da suskunluğuma
ses olanın rahmeti ve hikmeti ile içime çekiliyorum.
İçime çektiğim her nefes vermek adına
ve karşılığını da alıyorum duygularımın ve o meddücezir ki mehtabın gökte asılı
olduğu ve o iklim ki: ikilem yüklü insanlardan uzak yalın ve basit bir cümle
arayışı ile de binlerce belki milyonlarca cümle yazmaya meylediyorum ve aslında
tek anlatmak istediğim o tek hecenin kerameti ve ben aralıksız yazar
duyumsarken doya doya da yaşıyorum o tek heceyi ki beni çoktan ele geçirmiş
bense çoktan çözmüş iken evrenin şifresini madem beni bilen biri var adını ve
varlığını İlahi Aşk ile andığım…