Card image cap
Daha yazacak misin?

‘’Sana kelimelerden kaleler yaptım.

Sana harflerden sarmaşıklar ördüm.

Sana alfabeden kaftan diktim; azametle giyesin ve hiç üşümeyesin diye.’’

(Elif Şafak)

 

Sancılı bir nifak adeta hazanın reçetesinden hayaller ördüğüm belki de kayıtsızlığa biat sessizliğin reçinesi.

 

Menkıbeler doğurgan, azizim.

 

Aşk ise şefkatli.

 

Ölü toprağı var üzerinde yeis yüklenmiş sancılı beyitlerin ve esvabı yırtık Çingene kızın.

 

Aşkın balyaları, sevdalı huzme, göğün de kereviti ve şimdi başlıyor yer kapma telaşı.

 

İstifli rüyalar…

 

Devasa kehanet.

 

Şehir efsanesi olmuş bir kez hüzün ve çakıl taşlarından ibaret arkamda bıraktığım Arnavut kaldırımı.

 

Künyesinde sefil imgeler saklı şehrin belki kaleleri çoktan fethedilmiş mevsimin elbette rahmeti imgeliyor göğün kanatlarına serpilen ümitler sonrasını da müjdeliyor hayatın; göğe takılı o peçede benim gözüm ve özümde saklı sözüm.

 

Kayrası yorgunluğun adeta satırsız geçen bir güne uyanmak hele ki o ulema düşler yok mu?

 

Gönülsüz bir masalda bir düş perisi belki de içine sığındığım izlek ve vira düşler.

 

Bir kabulde saklıyım.

 

Bir sandıkta saklı belki de sırlarım oysaki şehrin sıradan ve asi bir sakiniyim.

 

Goncalardan tevazu yüklü kelebek gün özürlü yarasalardan da karanlık gözleri nefretin ve mimlenmiş gölgeler çürüyor da çürüyor ve çürütüyor nüvesini ömrün sonrası da müphem ve sivri dilli şarlatan sancılanıyor belki de bir sekans biliyor anda saklı o duyguyu ve köreliyor mevsim derken inceliyor kalemin ucu ve kibarlıktan kırılıyor şiir.

 

Göğün tapusu meleklerde ve yorgun bir sevda masalı kürediğimiz her düşte saklı tutmaksa acıları ekseni olmayan bir aksanla bazense aksayan ayaklarında şiirin kök hücresini aşılıyoruz duyguların imge imge.

 

Sarı saçlarında güneşin uyuşuk bir tanrı adeta kibirli insanoğlu ve yaftalanmış masumiyet mağduru iyilik perim aslına uygun bir gölgeyi giyinip de kayrasında dünün bir bir heceleniyor her yürek: elbette şiirin tutuşturan hasretinde infilak ediyor şehir.

 

Şiirler ölü.

 

Şair yasta.

 

Şehir kaybolan tebaasına kızgın.

 

Ve maşayla tutuyoruz güneşi.

 

Sevdalı bir nazire ve akışkan da rahmet endamlı bir sevdayla düş gücüne yenik düşüyor şiir ve gece ve büyüttüğü kadar da gözlerinde izbelere sığınıyor yalnızlık elbette bir rota çizen gemici ve filikasında yorgun balıklar uyukluyor güneşin deminde şiir içen kadın; ayın hicvine tutuklu şair belki de en çok kendine kızgın iken gölgesi kaybolmuş geçmişin.

 

Yandıkça anılan.

Andıkça içindeki çocuğa sarılan.

 

Bir mısra ile sehven dillimize pelesenk olmuş ve diri bir de ruhsa içimizdeki cereyanda üşüyen çocuktan yana dertli bir künye iken Tanrıya ihbar ettiğimiz…

 

Sistematik acılar.

 

Kalburüstü iken minvali yorgun yerkürenin.

 

Kayrasında sanrılara gebe.

 

Hayatın da korunaklı sarmalında yarına meyyal.

 

Öykündüğümüz bir rutin mi yoksa düş’e uyandığımız belki de düşe kalka gerçeklere paye verdiğimiz derlediğimiz bir günü de satırlara b/ölüp aşkla pişen tevazu ile serildiğimiz her hayalde kayıt altına almakla kayıt dışı bir hüznü de payidar kılıyoruz tıpkı yorgun şiirlerin verdiği selama karşılık verip de ısrarla dokurken duygular.

 

Bir şiirin gölgesinde.

 

Bir hayalin de merkezinde.

 

Ve de şair dünden haykırırken kısık nefesini ölümün giyinip de bulutlardan akıtırken dizelerini:

 

‘’Uzun bir dize dayardı hayat her sabah karnıma

Şiir için düelloya gelmiş bir sevgili gibi,

Sorardı:

Daha yazacak mısın?

Hayır derdim,

Artık yazmayacağım.

Ama şöyle denir:

Kılıç çeken kılıçla ölür.

Ama şöyle denir:

Kaderden kaçılmaz.’’

(Didem Madak)