Rengini dahi unuttum gülüşlerimde saklı o isyan kokan çiçeklerden derledim ben bu imkânsız aşkı.

Azat edilesi bir köle gibi mağdur sevdamın pencere yanına oturan düşler gibi körüklü otobüse sığdırmak adına tüm revnak acıları ve batılın gizemi ve aşkın atığı iken özlem sergüzeşt sözcüklerin de yerleşkesi varsa yoksa sağ kalan sadece yürek kıblem…

Üstü örtülü ruhumun ama kat izi saklı görünen ucunda.

Ucu yanık mektuplarımın ama kalan yerlerinde saklı sağlam cümleler ve saydam yürek coğrafyam.

Kıyısından köşesinden nasiplendiğim masallar ve tüm sözcüklerse benim ülkem…

Ederim yok.

Atarı mı ruhun?

Enkazı kayıp.

Yoksa ayıp bir minval mi aşkın özlemle kadeh tokuşturduğu elbet içindeki suya bıraktığım kâğıttan kayıklarım batmaları ise mümkün bir batıl dünde bir de hüküm süren günde var olmanın ihya ettiği acılarım.

Sözcükler diken diken.

Ruhum yorgun.

Aşkımsa nasıl da müphem.

Gizi ömrün ve sözcükler nasıl da kördüğüm o halde saymaya ve sağmaya başlayım içimde saklı ülkeyi şimdi deşip de yaraları varsın olsun bir kere daha didikleyeyim yüreğimi.

Güzden ve hüzünden alamazken bakışlarımı ve kaskatı bedenim.

Bir ilke bir ülkü değil sadece temenni ettiğim huzur ve ötesi eksik etmediğim dualarımda seken ruhum bu âlemden öbürüne genelde Araf’ta kaldığım afaki duyguların kök saldığı bir iklim ve dökülen takvim yaprakları bense boykot ettiğim kadar hayatı bariz tepkimi sunup akabinde af diliyorum Rabbimden.

Salkım söğüt adeta sözcükler un ufak edilmiş bir kayanın ezici ağırlığında bir bir döküyorum pullarımı ve günahlarımı.

İflah olmaz bir çocuk çemkiren.

İdamesi çocukluğun yürek burkan.

İzini sürdüğüm gizin sancısı ve ufkuma bandığım cümlelerim her biri reşit her biri gerçek oysaki ben düş bildim kendimi içine düşülesi karanlık ve kör kuyuda sandım ki battığım gibi de çıkacağım yüzeye.

Yüz göz değilim insanlarla.

Gözlerimi kaçırmıyorum çünkü kendimden eminim.

Feragat ettiğim kadar kendi hayatımdan kayıt altına alıyorum her yaşanmış ve de yaşanması muhtemel günü ütüleyip sonra da sunuma geçiyorum yüreğimin kat izinde berat edecekmişçesine hislerim beyan ettiğim duygularım aslında sadık olduğum titrim benim ve titriyor ellerim.

Bir minvalde saklı değilim sadece.

Sadık kaldığımsa Rabbime.

Kulluğuma binaen büyüyen bir umut dağı ve yanan İlahi Ateş.

Ruhu göçmüş iklimlerden arda kalan hali hazırda güzde saklı iken Güneş.

Günsüz.

Hüzünsüz.

Sırasız.

Selamsız sabahsız.

Sızdığı kadar duygularım yürekten sızlandığım kadar devasa bir rahmet biçiyorum ölüm öncesi uğraş sonrası.

Filem dolu.

Fiilen yaşıyorum lakin uyuşuk bedenim ve beynim ve tüm duygularım.

Firari yolcusuyum gezegenin.

Fedaisiyim sevginin.

Çünkü ben sonbaharım içtimada köküm nöbete kaldığım ömrün ne vidası gevşek ne de virandır gönül kubbem ve adaklarım gibi çaputlar bağlıyorum kaleme ve her nida aslında kalemin çırpınışı ve sadık olduğum kadar Rabbime biliyorum ki sesimi duyacak hatta duydu bile…

Sonsuzluğun müptelası ve yüreğim tek servetim haiz olduğum dünümden ayrı düştüğüm günümü ve nefsimi terbiye ettiğim ve işte sağdıcımla düştüm bile yola.

Sancımla ve tüm sanrımla çizdiğim bir resim mademki şair kimliğim ve dokunulmazlığında kaderim olmazın oluru bir hayali altın tepside sunuyorum Mevla’ma ant içtiğim üzerine kutsal kitabımın ve arım ve haysiyetim ve yalnızlığım ve çaresizliğim…

Esen çömez rüzgâr

Omzumu sarsan eli kaderin dökülen yaprak yaprak…

Çünkü ben Sonbaharım.