Düşkün bir renk olduğumu bilmezdim
düşlere düşkünlüğümde açan yaralı bir gelincikmişim meğer ben.
Ne begonya ne gül ne karanfil…
Hayli alıngan ve kısacı ömürlü bir
gelincik.
Dündüm gündüm aslında hüznün ta
kendisi ve hastane koğuşlarında nöbet tuttuğum günler yine döndü geri ama ben
razıyım beklemeye acı çekmeye de aslında her şeye aslında herkesten gördüğüm
muamelenin nezdinde hali hazırda ayakta kalıyor olmamın da bir mucizesidir an
itibariyle ruhumdan dökülenler ve yüreğimden ayağı kayanlar…
Mentollü bir gazabım.
Alıntı mahiyetinde ayağıma giydiğim
ruganın yine ayağımı acıttığı ve efkârımı güncellediğim bir Haziran gecesi
üstelik mevsimin de ayın da ilk günü hani bir Haziranda doğduğum ve de annemin
ölümcül bir uykuya dalmasının da sinyali iken onu yatağında baygın bulduğum.
Delice.
Nasıl nasıl yanmakta canım ve ben her
şeyin en çok da annemin uzağındayım bir o kadar dip dibe iç içe onunla
yaşadığım bir ömrün şu son sekiz ayı ve işte gonk vuruldu ve işte karanlık
deldi içimi yüreğimi oysaki daha dün Mayısın son günü birbirimize söz vermiştik
doğum günü pastamı birlikte yiyeceğimizi ve üzerinden henüz iki geçti ki: ne
pastayı yemek kısmet oldu ne de annemin gideceği mi kalacağı mı Rabbin
takdirinde iken.
Acımla acımasın da bana hiç kimse.
Açtığım yüreğimi de artık kırmasın
hiç kimse…
Ve ben öyle bir yerimden kırıldım ki:
gül mizacımı da yitirdim yıldız kimliğimle de adeta kayıp gittim.
Ritmi hüznün kulaklarım uğuldarken.
Rengi hüznün beti benzi atmış güneşe
sövdüğüm.
Sıcak bir gün ve gece ama ben nasıl
da üşüdüm annemin gözlerini açmasını beklerken hastane bahçesinde yeniden nöbet
durduğum.
Acımla beslendiğim doğrudur ama ben
annemin acısını asla kaldıramam yine de büyük konuşmuyorum ve Rabbime
sığınıyorum sınandığım kadar da sinemde kocaman bir yangın baş verdi bir çiçek gibi
dikenli tellerinde hüznün mutluluğun bir rivayet ve de martaval olduğunu bir
kere daha gösterdi bana yaşam denen bilmece.
Ölümcül bir rüzgâr oysaki yaprak
kımıldamıyor.
Solgun ve süzgün güneş nasıl da
yakıyor…
Bense üşüyorum üstüm kalın ayaklarım
soğuk başım sallanırken gelincik çiçeği olduğumu da şimdi keşfediyorum çünkü
ben sadece annemin Gül’üyüm ve de hep öyle kalacağım bana yürekten Gül diye
seslenen ve beni çok seven tek insan.
İdame ettiğim hayatın kayıp
yörüngesinde…
İtiraz etme hakkımın bulunmadığı
yazgının tarifesinde.
Yanlışlarımla hemhal tövbe ettiğim.
Yalandan korkup yalan söylemediğim…
Ve bana sevmeyi ve inanmayı ve dürüst
doğru bir insan olmayı öğreten kadın.
Adımın da kimliğimin de yok önemi
artık bu yüzden herkes beni dilediğince çağırabilir ve ben ç/ağladığım kadar da
ç/ağdan uzağım çünkü ben dünde saklı bir rüzgârım içime estiğim çünkü ben…
Çünkü ben, sadece annemin Gül’üyüm
yeter ki elimi de yüreğimi de bırakıp yitip gitmesin bu kadar vakitsiz ve de
çok erken…