Uykunun tanrısı sevda ve uydusu aşkın nazlı semazenler elbet göğün de verildi verilecek muhtırası ve çapkın rüzgâr iş başında…

Zenginliğim ve fakirliğim ne ki? Çatlamadı da sabır taşım asla da çatlamadım bir ömür kıskançlıktan sadece sevgiydi evrenin tecelli ettiği ve tesellisi ömrün şah damarımdan da yakın beni bana sevdiren bazense insanlar beni bana düşman kılan.

Mahremdi yorgunluğum.

Matemim de bana özgü.

Delişmen fıtratım ve ismimin yazdığı künyem on yaşımdan beri bileğimden çıkarmadığım…

Bilek gücümse nasıl da aşikâr: on yaşında varım yokum ve bilek gücümle sınıfın ortasında kaç erkek öğrenciyi yeniyorum ve bükemediğim bileğe de saygım sonsuzdur ve işte ruhum ve işte eşrafım ve işte boynumda uçuşan eşarbım…

Zamanın dokusu ve dokunuşu.

Aşkın oku ve yüreği vuruşu.

Düşündüğüm kadar varım; düşünmediğim kadar fakir.

Hicranın kareköküyüm ve yalnızlık da kolluk kuvveti bu aşkın ve damarlarımdaki coşku elbet mürekkep lekesi üstüme başıma bulaşan alnımın da akıyla yaşıyorum ve yokuş yukarı koşuyorum illa ki ömrün kâh methiyesi kâh mezurası ve atkuyruğu saçıma konan uğur böcekleri elbet elverdikçe kader bense bazen suskun ve durgun bazense önü alınmaz bir coşku ve işte ufkun yolunu açıyor kuşlar.

Şakıdığım mevsim.

Şahlanan sözcüklerim ve ben nesriyim evrenin ve de esiri aşkın ve matemin gönül gözüm kalp gözüm ve yüz göz olmadığım insanlar elbet yüzü suyuna hürmeten İlahi Aşkın ve işte taşındığım bir gizem bir diğerinden seken ve yürekte gizlenen.

Zanlar yokken.

Zaman aşımı hiç yokken.

Zamlı faturası sözcüklerin ve işte pişekar sevgim ve işte şahlanan yalnızlığım ve içimde büyüyen o izdiham duygularım yatırım yaptığım ve beynim tek sermayem.

Güne konuşlu bir bütçe.

Geceyi mesken bilmiş kalemim ve kâğıtlarım.

Düşe kalka büyümesem de ne zamanki babam göçtü ben dizlerimden yaralıyım bir de yüreğimden sökün eden çürük heceler ve işte yuhaladığım zalim ve kâfir ve yol aldığım bazen göç ettiğim en çok da göçebe yüreğin mimarı iken aşka düştüğüm aşkla yaşardığım ve yeşerdiğim gönlün de hutbesi manen en büyük zenginliğimi yüce Rabbim bana ta küçükken bahşeden.

Hükümranlığında Mevla’mın bense sadece bir kum zerresi.

Kurada çıkan bir hayalin de gerçekleştiği.

Kumpanyası yalnızlığın belki de sadece benim aşkın komandit yolcusu.

Kabrim.

Kehanetlerim.

Kancam tepede.

Karınca kararınca yaşadığım ve doyduğum lakin delişmen bir rüzgâr olmak adına severken sonsuzlukla giriştiğim o birliktelik ve aşkın şahikası hazanın muhtırası mevsimlerin güncesi ve işte tokalaştığım kaderim ve tekelimde aşk ve özgürlük bense hali hazırda zincirlerimle barışık kendime tuzak kurduğum kardığım her sözcük kandığım her insan kesif sessizliğinse git gide büyüdüğü ve Rabbimle olan bütünlüğüm ve yakınlığım.

Göçebe ruhum uçuşan saçlarıma mim koyuyor.

Zamanla yağan karı gizleyemiyorum ve doğaçlama sevip yaşadığım kadar evrenin sunumu iken ara ara beyazların yağdığı saçıma bense yağmalanmış yüreğimden nasiplendiğim her aryayı armağan ediyorum sevdiklerime ve yaktığım ağıtlar kadar yıktığım barajlar ve ihlal edilmiş sınırlarımla yürüdükçe yürüyorum en uzağa.

Tesellisi aşkın belki de gizem.

Tecelli bulansa zaaflarım öldürdüğüm nefsim ve üstüne yürüdüğüm korkularım lakin hali hazırda korkuyorum en çok da sevdiklerimi kaybetmekten belki de bu yüzden kendimi az seviyorum ve annemin yanağına kondurduğum o buseye karışıyor gözyaşlarım ne zamanki annem bana sevecen gözlerle bakıp da:

‘’Çok sevme beni’’ dedikçe gözlerim deliniyor ve çağlıyor ruhumdaki ufku sunuyorum sevgiyi ve sevginin melteminde dona kalıyorum elbet başımın tacı annemden öte sevebildiğim ne olabilir ki? Olmazın oluru duygular devreye girdikçe ve bana bu ihtişamlı yüreğin sunan nasıl ki Rabbim sadece O’ndan istiyorum sadece O biliyor mahzun yüreğimden geçenleri ve ben sadece umut ediyorum ve de tevekkül yüklü benliğimle sadece Rabbime yürüyorum dünde kalan her şeyi bir kalemde silip de sonsuzluğu dilerken evrenden ve işte baş koyduğum yoldan da yokken dönüş…