Buz tutan yüreğin çöl ikliminde
saklıdır her fısıltı ve yüreğin nidaları susuz çorak topraklarda can bulur.
Aşktır gıyabında özlem yüklendiğim.
Aşktır aşk: semada saklı o ç/ağrı.
Yalnızlığın ikramı satırlar ve şair
kimliğimi hali hazırda kabullenmediğim kadar yazdıkça büyüyen bir aşk ve
yazmadıkça çözülen ellerim ve birbirine karışan duygularım.
İkbalim bir satır olmalı.
İdame ettiğim cihanın arkasında saklı
cenneti taşıdığım kadar yüreğimde bazen taşkın mizacım aşkı hüzünle törpüleyen.
Yollar var gitmem gereken.
Yokuşlar var çıkıp da kalmam gereken.
Satırlar var ruhumu boca ettiğim.
Sönük vedalar yok hali hazırda yemin
ettiğim.
Yaşamak bir cihatmış meğer ve
yaşatmak içindeki çocuğu cesaret gerektiren ve esareti dünün sonlanmadan başım
yasladığım dağın efkarı yüreğime yakışan.
Aşkı aşkla törpülüyorum ve aşkı
yakama iliştiriyorum lakin yetmiyor bu sefer göğsümde taşıyorum broş gibi ve
yüreğin künyesi bildiğim her duyguyu yazıya dökmek istiyorum…
Bazen dökemediğim gözyaşı.
Bazen telaşla sevdiğim hayatın yanılttığı.
İçimde çöken şebeke sistemi ve
frekansı hüzün olan yürek coğrafyam ve kıyama durduğum kadar içim her
kıyıldığında kaleme sarıldığım gelin görün ki: kalemin nutku tutulduğunda
kendimden nefret ettiğim.
Ayan beyan yanıyorum.
Ayan beyan yazıyorum.
Ayan beyan aşkı dillendiriyorum.
Ayan beyan dilimliyorum bedenimi ve
belleğimi ve ruhumun engebelerinde düşlerimle sevişiyor duygularım.
Ben bir mezarım kalemle içimi kazar
da kazarım.
Azar azar çoğalırım sonra çarpılırım
aşk ile ve bağdaş kurduğum iklimde kâh yağmur olup yağarım kâh kururum çöl
misali ve kurarım yüreğimin saatini hüznü çeyrek geçe.
İhbar etmeliyim kendimi kendime belki
de çekip gitmeliyim kendimden.
Nispet yapmalıyım içimdeki yetime ve
yetilerimi törpüleyip şaha kalkmalıyım.
Hüzün coğrafyam.
Hazanım ve sevdam.
Melankoli dolu hayat rotam.
Semada saklı bir yıldızım ya da yerde
açan bir gül kimine göre bahtsız kimine göre en ıssızım.
Muadilimdir gök kubbe daha saatler
evvelinde yerin göğün kapıştığı ve çakan şimşeklerle örülü doğanın saçları ve
işte az evvel ansızın açan güneşin gözyaşında saklıyım oysaki nemli yollar
çoktan aldı yükünü.
Muadiliyim aşkın ve de müdavimi ve
ümitsiz aşklar coğrafyasında yürü ya kulum, diyen Rabbine sevdalı aciz bir
beşerim ve de şaşarım en çok da aşka öykünüp imkânsız aşklar coğrafyasında
yanına çentik atarken tuttuğum çetelenin müdavimi sırdaş bir yaşım ben: kâh
buluttan süzülen kâh gözden bazense gözden düşen bazen yürekten…
Mealimi ararken bir ömür ve tam da
buldum, derken…
Müdavimi olduğum duyguların ve
kürediğim eksen ve küstüğüm cihan.
Önünü alamadığım bir coşku kimi zaman
yürekten taşan bazense özlemler ve hüzünler aşan ve kaypak dünyanın kaygan
yolunda kayan bir yıldızım en çok da mehtaba sevdalandığım ömrün baharında.
Yetim mizacım ve kırılgan yetilerim
nazarında insanların sevgimle ağır çekenim.
Bazense ağır aksak adımladığım ve
yüreğin yongası bir şiirde ansızın çiçek gibi açtığım.
Hükümranlığında Rabbin ve inhisarında
kaderin cebbar duyguların külliyesinde aşkı resmettiğim.
Hazanın nüktesi iken rüzgâr.
Hüznün coğrafyası iken şiir.
Ve her yazamadığımda yolda kalan bir
cümleyi attığım kadar en uzağa kaybolduğum kadar da duyguların çağrısında atağa
kalktığım kadar cereyan eden yitimin de bittiğinde günün ritmi duyulmazken
yüreğimin.
Mezarım hazır.
Mezar taşıma yazılası cümlelerim de.
Yine de ve de yer kalmasa da kalemin
ne hızı ne sesi kesilmekte.
Şahikasıyım evrenin ve şahlanan iç
sesim ve mealiyim yalnızlığın ve hiçlik makamında seken bir kör kurşun gibidir
kör noktası yalnızlığın hele ki kaleme küstüğüm kadar kendimle olan savaşımda
bir arpa boyu yol alamadığım da gün kadar gerçek.
Haraca kesilmiş iç sesim ve aparatı
yüreğin kalemin de izini sürdüğüm ve gizini tetiklediği yüreğin her
kaybolduğumda kaleme küstüğüm adeta dün gibi çoğu şey ve gün gibi uzadığım bir
fidan gibi ve yeşerdiğim ve tohuma kaçtığım ve müridiyim aşkın ve müptelası
hüznün aslında sırdaş iklimin serkeş rüzgârıyım içime ters estiğim…
Şimdilerde münazara halindeyim
kendimle.
Şimdilerde cenk halindeyim içimdeki
hasretle.
Şimdilerde münafık gölgelere
veryansın ettiğim ve kaç cephede savaşıyorsam en baştan kendime yenik düştüğüm
cehaletin tetikleyicisi iken bilginin s/onsuzluğunda sızdığım aşkın
yorgunluğunda kızdığım kendime ve metazori duyguları yok sayıp iklimden iklime
sektiğim elbet yüreğin evren ile cenginde.
Aşkın hülasası.
Ruhun na’şı ve dünyaya vedası.
Cefa yüklü kabrim yatak bildiğim
döşeğim ve yatıya kalan hüznümle tokalaşıp ben yalnızlığı ve acıyı baştan
kabullendiğim ve tescilli iken yürek sesim tehir ettiğim mutluluğa koşmanın
ertesi yenik düştüğüm kadar hayatta diğer cihanda aziz olmak adına kendimle her
sürtüştüğümde tek çıkış noktam iken kalemin rehavetine kapıldığım ve yazgımı
kabullendiğim kadar yazgıma kalemimle alt yazı geçtiğim…
Şafağı atan gecenin ardından şafak
saydığım ömrün hatırına erkenden yola düşüp de baş koyduğum ne varsa bazen başa
sardığım bazense duyguların sarpa sandığı ve yalnızlığın sandığında saklı
tuttuğum hatıraların hatırına bir nebze de olsa ana dokunup anılarımı
canlandırdığım…
Mevsimin çatallı sesinde sekerken.
Aşkın kanında akarken.
Ve yüzümde açan güllerden derlediğim
bukette kendimi ararken…
Ve işte kendime ve herkese rest
çektiğim haykırdığım:
Ben artık bir çiçek olmaktan çok
sıkıldım…
Ruhun vardiyasında sonsuzluğun da
dilemmasında yatıya kalan hüznün gölgesinde ben sadece çocuk kalmak istiyorum:
Ne çiçek ne kadın ne de yalnız olarak
anılmaktan sıkıldığım kadar yineliyorum iç sesim iken ansızın infilak eden ve
yerdikçe eşrafım beni yerden yere vurdukça s/onsuzluğa karışıp sadece gözlerden
uzak bir eda ile serildiğim kadar İlahi Aşkın kıblesinde söz verdiğim gibi
Rabbime ve anneme ve aslında ben sırlarımla gömülmek istiyorum ve kimse de
mezarıma çiçek dikmesin çünkü solgun yüzümden solgun mizacımdan yaka silktiğim
kadar silinmek istiyorum belki de yeryüzünden ve de anılmamak adına ant
içiyorum içimdeki yetime…