Card image cap
Cennet ve cehennem

Her şeyin bir aldatı olduğunu biliyordu artık hatta renklerin bile yalancı olduğunu.

 

Gündü uyuyan kollarında ve kolları idi illa ki boş kalan ve boşluğa diktiği gözleri tıpkı sözcüklerin revnak esintisinde saklı o mevcudiyet ki Rabbinin bahşettiği her şey en çok da varlığından yansıyan kâh hezeyan kâh heyecan belli ki hava da gece de görevini yapmış ve onu buluşturmuştu s/onsuzlukla…

 

Öyle ya: bir vardı bir yoktu kadın öncesinde hep var olduğuna dair geliştirdiği bitimsiz inanç ama vakit geçtikçe uzaklaştığını görüyor ve kabulleniyordu illa ki.

 

Resmin ucu kıvrılmıştı hatta katlanmış…

 

Sahi aşkın kat izi olur muydu?

 

Olmaz mı? Tıpkı duyguların ütüsüz seyrinde alabildiğine ve olabildiğince içten sever ve yaşarken bir ömür.

 

Kadınsa hep uzak kılmıştı kendini herkese ta ki Timur ile karşılaşana değin ve anlamıştı adam: beklediğine kavuşmuştu nihayetinde aslında sahipsizliğine sahip çıkan Rabbine hep sadık ve müteşekkir ama asla da pes etmemişti beklemekten.

 

Bekletildiği her dönemeç bu arada kendine de rastlamıştı iyi kötü: elbet Meral’in etekleri zil çalmıyordu Timur’a rastladığında ama artık miladı idi adamın kadın ve her sözcüğü her duyguyu her günü sadece kadına eş değer tutuyordu.

 

Ilık bir yaş damladı gözünden gecenin sonunda yağmur bulutları vazifelerini yerine getiriyordu derken şiddetlendi rüzgâr ve fırtınaya dönüştü tıpkı içinde devinen salın da devrilmesine az kalmıştı.

 

Bir yandan da sayıyordu içinden geriye nerede ise on dakika geçmişti üzerinden aldığı ilacı bu gidişle kana karışmasına fazla zaman yoktu hani.

 

Tekrar resme daldı gözleri. Beraber oldukları o son gün ve nasıl da zirve yapmıştı mutlulukları.

 

Önce mükellef bir kahvaltı yapmışlar sonra yola düşmüşlerdi.

 

Balayı yapmadıkları için her gezinti onları cennete götüren bir yoldu ve evet, adam da mutluluğun sarhoşluğunda son gaz sürüyordu aracını bir yandan da gözü eşindeydi ve bir an gözünü tamamen ayırdı önündeki yoldan ne de olsa trafik yoktu ve güneş tepede en azından hayatı hızlandırmak adına içindeki bitimsiz coşkuya dur demeden seviyordu işte adam.

 

Geç kalmışlığın efkârı mı?

 

Mutluluğun geç gelse de tepe yaptığı bir cenneti ala mı?

 

Yalnız geçen yılların hırsını alıyordu işte adam.

 

Az uyuyor bolca vakit geçiriyordu eşiyle ve şimdi son sürat koşuyorlardı mutluluğa.

 

Koştukları malumdu ama nereye?

 

Resmin buruşuk olmasına aldırmadı ve defalarca öptü resmi aslında öptüğü topraktan taşmıştı yüreği ve toprağı eşeleyip o da içine girmek istiyordu karısının mezarının.

 

Araba hızla yol alırken kaygılanmıştı kadın hele ki adam kendinden geçmiş şarkı söylerken:

 

‘’Yavaşlasan daha iyi olmaz mı aşkım? Akşam yemeğini geç yesek de olur.’’

 

Bunca yavaş giden bir hayatın bilmem kaçıncı çeyreğinde mutluluğa ve aşka kavuşmuşken…

 

‘’Gün batımını kaçırmayalım diye acelem hem sen yanımdayken her şey daha da hız kazanıyor. Sen neden emniyet kemerini bağlamadın aşkım?’’

 

Ve kemerin tokasına uzandı adam:

 

‘’Ah, benim beceriksiz karım. İşte sende bunu seviyorum.’’

 

‘’Bense senin her şeyini…’’

 

Demeye kalmadan zaten sonrası bir kâbustu üstelik kazadan sağ çıkmaları da imkânsız iken…

 

‘’Cennettesin ama ben cehennem yolcusuyum ama Tanrı bizi bir gün illa ki yeniden buluşturacak, meleğim.’’

 

Kısa bir süre yeryüzünde el ele ve yürek yüreğe vermiş iki insan ve cennet-cehennem mefhumlarının yer değiştirdiği belki de adam yalnızlığına kayıtsız kalıp en azından kadının hayatını çalmayacaktı eğer ki ona rastlamamış olsun ya da üzerine titremeyi mi ihmal etmişti ya da çok mu titremişti?

 

Tüm vücudunu bir titreme aldı bir anda ve elindeki resim yere düştü. Yağmur öylesine arttırmıştı ki şiddetini ama artık bilincini kaybetmişti adam ve onu gördü ansızın içine dolan boşlukta aniden bir yıldız peyda olmuştu ama kayan bir yıldız tıpkı ayağının altından kayan zemin ve hayat gibi.