Düşlemsel bir mizaç sessizliğin sarkacı ve sarnıcı ve içimdeki izdiham…

An itibari ile özgürüm ben depreşen acıma oryantal farkındalıklar yüklüyorum.

Hepten yok olmanın ihtimal dâhilinde olduğunu bilmek bile kaygıma ivme kazandırmakta.

Apartman topuklu pabuçlardan asla geçirmedim ayaklarıma en son topuklu ayakkabı giydiğim günse işe hızlıca gitmek isterken merdivenlerden düşüp bileğimi kırdım.

Ayak bileğimin ikinci kırılışı idi ve talim ettiğim hayatıma bir hoşluk mu yoksa boşluk mu getirmişti, inanın bilmiyorum.

Ama kalbim aynı yerden bir ömür kırılmaya devam etmekte ve karşımdaki kırılmasın diye takla atarken yeniden ve defalarca kırılıyorum eklem yerlerimden ve eklem yerlerinden şiirlerin devasa tablolar çiziyorum sözüm ona.

Kasvetli havaya rağmen mutlu uyandım bu gün ve bilemedim yine mutluluğumun ansızın çalınacağını çünkü her hamt ettiğimde daha da coşkulu oluyorum ve yüreğimi tepside sunuyorum tüm insanlara.

Yakınımda uzağımda olan ki varsa asla art niyet beslemediğim ama sevgi beslediğim…

Besili bir kuş gibi kalbim yine bu aralar sonra ne yapıyorlar ediyorlar kalbim balon gibi sönüyor ve coşkum durağanlaşıyor ve yapacaklarım arasında listenin başında geliyor elde olmadan yazma güdüsü.

Sevilmek.

Okunacağını düşünmek.

Her halükarda kumar oynuyorum kendimle.

Bir o kadar ruhuma ve bedenime yaptığım eziyetle cehennemi hak ediyorum bilip bilmeden en çok da irademi disipline ettiğim ve çocukluğumdan bu yana açlıkla terbiye etmişken bedenimi ve ruhumu.

Yüreğimse açlığını hep saklı tutuyor ve sevmeyi sevmemden dolayı mı nedir en çok da kendime açım ve acımı dindiren sadece sevgiye olan açlığım.

Bir ritüel bu.

Tıpkı karşılığında kalbimin kırılması gibi bir rutinle yaşıyorum bir ömür.

Hakkaniyetle yaşadığım ve sevdiğim sevgi coğrafyasında ne çok ülke saklı içimde çünkü insanlar ülkelere tekabül eden ve her biri farklı bazense işgüzar en çok da dilbaz yüreğimle şerh düştüğüm hayatta her nasılsa itildiğim ve yok sayıldığım tecrübe ile sabit.

Edebi.

Ebedi.

Edebimle yaşamayı şiar edinmişken ve edebiyatı hayatımın merkezine oturtmuşken.

Efkârın tutuşan etekleri.

Elemi azabı elem kuşlarının çığlığı ama ben en çok serçeleri ve martıları seviyorum aşikâr annemden bana yansıyan bir özellik ve her sabah annemin ilk işi iken kuşların karnını doyurmak ben sevgiyle doyurmaya çalışırken kalbimi ve her nasılsa refüze edilip sadece dikleniyorum duygularım ve elektrik çarpmışçasına tel tel oluyor sözcüklerim.

Elektriğin bazen şalterimi attırdığı belki de tırnaklarımla kazıdığım hayata gönderme yaparken insanlar.

El insaf, demeyi kesip elimi açtığım ve yüreğimi sunduğum insan izlekleri.

Müteşekkir olduğum nice insan.

Tarafınca kırıldığım nice isyan.

Elemine edemediğim bir duygu iken hassasiyet ve sevginin tortusu bile sevgiyi sevmeyi çağrıştırırken.

İçtenliğinse dış sese olan düşkünlüğü bazense muhalefeti dış sesin bu yüzden nadasa aldığım iç sesimi sadece yazarak duyurduğum elbet duyulmama ihtimalini de göz önüne alıp bazen görünmediğime kani ve işte titrek ışığın gölgesinde kelimelerimi sevgiyle sererken beyaz sayfaya elbet annemin ak sütü gibi helal iken bu sevgi ve benim yazma aşkım…