‘’İnsanları, eski karıma yapmış olduğum gibi, büyük bir boşluk içinde bırakmasaydım. Kendimden de kaçıyorum gibi beylik bir ifadenin içine düşmeseydim. Bu mektubu çok karışık hisler içinde yazıyorum gibi basmakalıp sözlere başvurmak zorunda kalmasaydım. Ne olurdu, bazı sözleri hiç söylememiş olsaydım; ya da bazı sözleri hiç söylememek için kesin kararlar almamış olsaydım. Sana diyebilseydim ki, durum çok ciddi Bilge, aklını başına topla.’’(Oğuz Atay)

 

Ölümlü sessizliğim ve ölümcül güdülerim bense perdenin arkasında hazır ola sadık bir varlık olmanın verdiği gurur ve öz güvenle beklemedeyim aslında neyi/kimi beklediğimin önemi olmadığı için korunaklı iç dünyamın nöbetini tuttuğum benim açımdan tartışılmaz.

Bir izotop olduğumu düşünüyorum kimi zaman ve insanların ön yargılarını parçalamayı beceremediğimden mi nedir kendimi paralıyorum sonra da tozunu alıyorum dünde kalan eklem yerlerimin elbet şiirler fışkırıyor o tozlu dünümden günümde saklı tuttuğum fazla bir şey de yok hani: mazi kökenli üç ben hatıra ve yarın odaklı hayallerim.

Bense ne kadar vaktimin kaldığını bilmediğim için aralıksız erteliyorum mutluluğu sanki yeni doğmuşçasına her yeni gün yeni bir doğumu müjdelercesine nur topu sözcükler diliyorum Tanrıdan ve O bana her istediğimi bahşediyor.

Top atılsa uyanmazken eskiden en ufak tıkırtıda açıyorum gözlerimi ve sözcükler firar ediyor göz bebeklerimden az evvel gördüğüm rüyayı tam da kayıt edecekken yeniden dalıyorum uykuya.

Sessizliğin müdavimi olduğum eski günlerimi nasıl da arıyorum şimdilerde kırk bir pare top atışı geliyor kulaklarıma ve kulağımı çınlatan sadece dünde kalan çocuk yanım.

Adeta iki varlıkmışçasına kendimle koyu sohbete başlıyorum masa başına oturduğumda ve geceki rüyalarımı ayıklıyorum tek tek adeta balığın kılçığını ayıklarcasına ve ben asla balık yemem.

Lakin orta boylu bir balığım ben ve beni tek lokmada yutan büyük balığa esefle bakıyorum ve az evvel yuttuğum küçük balıktan ilham alıyorum.

Kocaman bir baloncuk zihnimde tahayyül ettiklerimi tam da kâğıda aktaracakken tabi olduğum mutlak yalnızlığıma verip veriştiriyorum ve yazacaklarımın okunma ihtimalini düşünüp boş veriyorum son anda.

Hiç de yapmadığım aslında o boş vermişlik hem rahatlatıyor hem de vicdanımı sızlatıyor.

Bir şeylere sap olmak.

Bir balta olamadığımı bilsem de sap olmayı umut ettiğim ve ben sadece bir düşün sapı iken bir de sapık ihtimaller esir alıyor beynimi ve koşa koşa gidip kilitliyorum kapıyı; pencereleri de sıkı sıkıya kapatıyorum yine de birilerinin musallat olma ihtimali ile elimde telefon tuşlamak istiyorum alo 155’i elbet gelen giden de olmadığı için vazgeçiyorum beklemekten ve yeniden oturuyorum masa başına.

Modemi de kapatmalıyım belki de her hangi bir siber saldırı ihtimali ile…

Teyakkuzda geçen ömrü öğüten dev çarklar bu sefer kırıntılar halinde doğruyor beni.

Doğrulacakken eğri oturmam gerektiğini düşünüp doğru konuştuğum her şeyi sırasıyla aklımdan geçiriyorum.

Sözcükler kendimle olan diyaloğumda genelde monolog çağrışımı yapan koca hayatımın da ertesinde edindiğim bu yazma özgürlüğüm sayesinde sayısız kutucuk açıyorum belleğime ve doğurgan zihnimden dökülenleri kısa kısa not alıyorum.

Günler geçtikçe büyüyen bir sıkıntı içimi parselleyen ve tek görebildiğim gök kubbenin sık sık değişen rengi.

Yüreğimden süzülenler bir de gözümden düşenler.

Birilerinin gözünden düşmüş olma ihtimalim ve boş yere üzüldüğüm…

En başta da söylediğim gibi, boş vermişliğim son zamanlarda ve ne olursa olsun iştigal olduğum bir arpa boyu yol alamadığım.

Belki de içine düştüğüm arpa ambarı ve hale neyin peşinde olduğumu çözemezken.

İçimdeki dirlik karşıtı bozguna uğramışlığım ve huzurun alt yapısını saklı tutamadığımdan mı nedir sadece boşa kürek çektiğim ve sonsuzluğun çağrısında ufuk çizgisine de asla varamadığım…

Bir insan olmanın fazileti ile bir de haiz olduğum kifayetsizliğim ve dış sese müdahale edemediğimden sadece kulaklarımı kapatıyorum ve ben hala nöbetteyim aralıksız üstelik uğruna gemiler yaktığım hangi hayalim ya da hangi insan ise uğradığım hezimetten çıkabilme ihtimalini de sıfıra yuvarladım mı…

Gecenin fermuarı ardına kadar çekili iken ve gece hükmünü sürerken gece gözlü hayallerimden de gözümü alamıyorum işte ve yeniden dönüyorum görevimin başına.

Uyku ile uyanıklık arasında gidip geldiğim uzun saatlerin ertesinde yavaş yavaş doğuyor gün ve ben gönül rahatlığı ile nöbetimi sonlandırıp uykuya kanat açıyorum elbet bir yanım hala uyanık kalmayı da sürdürecekken.

İlhamın esintisi ve uyku mahmurluğu.

Her halükarda yaşama sevincime sahip çıktığım diğer anlamda bana sahip çıkan Yaratan sayesinde hala mutlu olmayı başardığım az olsa bile azımsamadığım ölçüde bir huzura da mahal verirken içimdeki yaşama sevinci yaşadığım tüm olumsuzluklara rağmen…