Bahtı yıkık bir yıldızın acı yüklü bir vaveyla sıkışmışken yüreği ile dili arasına, geceyi güne mahkûm eden göçmen kuşların kanat sesi sonlanır hayal ile gerçek arası…

 

Derindir kubbe

Nasıl da kutsaldır okunan hutbe

Aşkın merceğinde uçuşan kopuk bir tüy gibi

Yaralanmış kanadından ebabilin kalan tek izi

Hayatla arasındaki bağ kopmuşken

Ölü imgeler sırıtır şairin nem tutmuş gözlerinden

Kayar da kayar bir yıldız

Evhamlı sesinde şairin

Nutku tutulur yerin göğün ansızın.

 

Sezilerdir ayakaltında ezilen

Gizinde evrenin soluk bir kubbe

Perdelenmiş göğün neferi

Asilzade bir imge yerleşmiş derinlerin tok sesinde…

 

Ötelenmiş iken mazi ve şair

Serzenişi naftalin kokan bir şiir

Demlenir yalnızlığın koynunda

Dertlenir bir başına derdidir

Başından aşkın şaşkın bir seda

Kayıpların peşinde arar da arar kendini

 

Çocuk kalmış kalbinde arınır sözüm ona

Ayıklar dünle gün arasında

Sıkışmış benliği

Kayıtsızlıktır sır misali

Kayda değer noksanlığında

Nüktedan bir söylem eşlik eder

Topun ağzına gelmişken hayatı

Bir veryansından da öte

Hayallerinin beyhude gizinde

Kollar önünü arkasını

Yıkık bir viranedir eşlik eden

Yana yakıla yaşadığıdır en elzem

Kimsesizliğin türküsünde ucu yanık bir mektup

Kaybolduğu kadar posta güvercinlerinin izinde

 

 

Hangi rengin asasıydı düşlerinde serildiğin yangın ve hangi vedanın bakiyesi aşkla hicap ektiğin bir düş’ ün üzerinden silindirle geçtiğin ve gerçek sandığın kadar tecellisi ile teselli bulduğun hangi yalancı masalın kahramanıydın?

Yüreğin yongası zaman.

Ergen sözcükler engin anlamlara hükmeden.

Batılı ömrün batı yakasında dünün ve uzak ülkelerden esen rüzgârın iniltisi.

Asılı kaldığı o uç.

Aykırı sayıldığın kadar yok sayıldığın elbet varlığın iken bir suç.

Efkârı dinmedi günün endamı şaşalı: Elham okuduğum her ezan vakti cesaret bulup da göçemediğim bir mevsim.

Reşit sözcükler askıntı yalnızlığın manivelasında saklı tüm imgeler.

Yol yakın ya da uzak bilmek ki hayat aslında içine düşülesi tek tuzak.

Bir yitim addedilen şairin peçesinde saklı bir kuşun kanat sesi aslında bir kurşun kadar ağırken şairin yükü.

Yolluk misali yazılası her yazı.

Yel almış başını ıssızlığın ve sıra dışı bir hüzünle beylik öykülerden çok farklı şairin yarası.

Hicvi ömrün doya doya yazdığı.

Titri yalnızlığın şiirlerden medet umduğu.

Üstüne bulanan isi şehrin nasıl da gözleri perdeli ve uçuşan saçlarına konan kelebekler aslında gaipten gelen bir esaretle ile şair nasıl d yaşar ve yazar ses etmeden.

Dağılan mikado çöpleri kürediği.

Dağınık hafızası sonsuzluğa tünediği.

Kaç ram ise yaşam.

Kaçsa amberi ıssızlığın.

Tıkanan nefesi yaşamın ve deli dolu mizacı.

Her fasıl ayrı masal.

Hasılası ömrün eksilen bazen artan azar azar.

Azgın dalgaların yalayıp yuttuğu mezar addedilen bir hisse düşen payına şairin ve ömründen ömür giderken kuytularda saklı benliği.

Ucu bucağı yok ki duyguların ömrün de.

Saf tuttuğu kıyılarda yüzen bir balık gibi her yalnızlığı giyindiğinde aslına rücu eden ve taslağı ölüm olan bir kaside ve rüzgârın alıp götürdüğü kalemi ve yüreği öyle bir minval ki yaşamak, yazmadığı günün verdiği hüzünle aslında şair kendine sevdalı bir o kadar yine kendini kendinden men eder ve hırpalanmış belleğinde saklı binlerce hatıra nice gizem.

Aşkı hatmeden ve yalnızlığı küreyen ve de kükreyen iç sesi.

Hayra alamet olmasa gerek ne zamanki şair çekilse inzivaya yazmadığı kadar kurşun ağırlığında acılar taşır o kırılmış yaralı kalbinde aşkı Huda’sına ve yakardığı kadar tüm benliğiyle bir tevafuktur bazen yazdıkları o da bilmez iken gerçek mi rüya mı ve yaşattığı kadar hayallerini enginlerde yüzer ölüme kafa tutan bir minvalde aslında ölümsüzlüğün izini sürer şair…