‘’Karnımda hissiz bir şiir var,
İçimde durmadan bölünen şiirler,
Birlikte yok olacağımız şiirler,
Birlikte unutulacağımız şiirler,
Hiç borcu olmamış şiirler
Ve bu yüzden çok acıyan şiirler.
Acı aniden diner yağmurun dindiği gibi,
Bazen sadece tanrı öyle istediğinden,
Sadece bir mağarada resim çizerim belki,
Rüyaların büyük harfle başladığı bir ülkede,
Üstümden kaldırılmış bir ölü var.
Ahbap senin istediğin o mu?’’(Alıntı)
Yalnızlığımın bataryası bitmek üzere derhal şarj olmalı ruhum
ve derhal bir şiir yazmalıyım.
Al yazmasıyım köylü kızın oysaki şehrin ortasında yaşayan
şehirli bir kızın uydurduğu masallardan bir köy inşa ettim içime bir de derin
bir kuyu her gece içine düştüğüm ve bol bol harf toplayıp bir delinin attığı
taş kırk akıllıya isabet ederken…
Olacak iş mi, ahbap?
Sen yeme içme oku ve çalış bir ömür sonra da gel şiirin
bağımlısı ol.
Doz aşımı benimki kanım zehirlendi mürekkep fazlasından bu
yüzden tansiyonum tavan yaptı gecenin minvalinde.
Kökünü kurutacağım zalimin yine de mazlum tayfasından
vazgeçmeyeceğim.
Perde perde yükseliyor sesi yüreğimin ve güne alt yazı
geçiyorum.
Figanım yaslı.
Fermanım nemli.
Yollar kaygan ve büyük ihtimalle kara uyanacak sevdalı şehir
elbet pazen pijamalarını giydireceğim şehre ve kalemime hani olur da üşürsem
üşenmeden ben de üstüme geçireceğim pazenleri sonra da pandispanya kıvamında hikâyeler
yazıp fırına vereceğim.
Her gece olup biten bu işte.
Azıcık geç kalsam ilham perimin randevusuna şehir kulaklarımı
çınlatıyor ne de olsa şehir ve şiir ve ben ayrılmaz üçlüyüz.
Kapana kısılmış bir sözcüğü illa ki özgürlüğüne kavuşturup
şiirin resmini çizeceğim daha doğrusu göçemediğim coğrafyaların tozunu alacağım
ve toz duman edeceğim yeni günü.
Kapıştığım elbet iblis ve kötülük ve karanlık.
Bense cüsseme bakmadan kız başıma düşüp de yola yel
değirmenlerine açtığım savaşta kim bilir kaç bin defa daha yenilgiye uğrayıp
göz açtırmayacağım karanlığa?
İçimde kalan ukdenin kırıntılarından dahi nasiplenebildiğim
ve geçmişin intikamını aldığım ve benimki bir g/öç alfabesi illa ki çirkini ve
kini derdest etme hayalime iyilik perisi misali fırfır uçacağım.
Frapan birkaç sözcük bulmalıyım hemen.
Zirzop imgelerden de kurtuldum mu.
Bir de devasa bir ünlem işareti kondurdum mu cümlenin sonuna…
Elbet kendimi kandırdığımın farkındayım yine de egomu ve
nefsimi öldürüp hunharca katlettiğim iblisin de fiyakasından uzağa kaçıp masum
ve bedbin bir fakir kız gibi zengin bir erkeğe gönül verip mutlu bir hayata
kanat açacağım…
Gerçi eski ve siyah beyaz Yeşilçam klasiklerini de
oynatmıyorlar televizyon kanallarında ama…
Zaten maziden geriye ne kaldı ki doğum tarihimizden başka?
Nispet yapan kış rüzgârı ve ben rahat koltuğumda otururken
İstanbul’da beklenen karın hayalini kurmakla fenalık mı ediyorum yoksa fakir
fukaraya?
Ne de olsa doğalgaz faturalarından mesul değilim ve bir elim
yağda diğer elim balda olmasa da…
Elbet çalıştığım dönemlerin hayalini kurmak için de çok geç
ne de olsa son noktayı koyup gencecik yaşımda unumu eleyip de eleği mi asmadım
mı duvara?
Aman, efendim, neymiş?
Hayalimdeki mesleği bulamamışım da iş ortamında aradığım
cenneti bulamadığım için…
Falan da filan.
Elbet geçti Bolu’nun pazarı.
Öykündüğüm filan da değil hani dünüm ne de olsa rahat
yaşamaya pek alıştım gerçi ne kadar rahat ya da değil, tartışılır ama…
İmlecin sesi ile
kendime geliyorum.
İhbar ettiğim iç
sesimse pek nankör ve üstüne başına bulanan sözcüklere bakıp da nasıl bayrak
açıyor.
Yıldız haritasında
yanıp söndüğüm de bir rivayet üstelik.
Kanatlarımdaki
beneklerden kendime şık bir bere ördüm.
Ve işte istikrarla
sabaha yürüyorum normalde tüm şehrin uyuduğu bir saatte nöbet tutuyorum şiirler
durağında ve aralıksız bu hatta çalışan ilham dolmuşuna atlayıp geziyorum şehri
bir bir de sekiyorum kaldırımlarda ve içimin feneri ile önümü görüyorum
arkamdan gelenlerin kim olduğuna aldırmadan ve mazbut hayatımla fark
yaratıyorum bu çılgın tüketim ç/ağında tek lüksüm iken kitaplar ve dergiler.
Ağzımdaki mayhoş
tat ve uykum kaçacağı kadar kaçmış ve kulağıma gelen fısıltılar belli ki şair
rahmet istedi…
‘’Acı dindi diyorum bazen yağmur dindi der gibi,
Öyle kendiliğinden ya da tanrı istediğinden.
Yüzüklerim yok takmıyorum,
Kolyelerim yok istemiyorum.
Öyle çok şimşek çaktı gece,
Ben sonu Z harfi olarak düşündüm.
Son harf olarak,
Ben Zeni düşündüm ahbap.
Doğdum, doğurdum.
Bir insan nasıl büyüyor gördüm.
Hayatta kalmak için
Ve hayatta kalmanın yanında,
İnandım şiir bir gevezelikti.’’(Didem Madak)
Gönül haritamda işaretli bir mezarın sağından yürüyüp de
karşıya geçtiğimde sonra da kendimi attım mı yatağa ve biliyorum da uykularımın
neden b/ölündüğünü…
Hayat ve şiir bu kadar mı bütünleşir?
Bir hayal olacağını bilsem de sevginin öyküsünü ve şiirini
yazmak benim için s/onsuzluğun ç/ağrısında talep ettiğimden de öte.
Meğerse hayat şiirin ta kendisiymiş…
Şiir yiyip şiir içtiğim ve bir ömür soluduğum hava meğer
şiirin ta kendisiymiş…
O halde kısa bir
şiir de benden olsun…
Düş güdümlü mevsim
Aşkın şadırvanı gelip geçici sevginin
Deminde saklı: darası yalnızlığın
Bazense devasa asası mihrabın
Ve işte kilitledim kalbimi
Kindar iblisin varsın sönmesin laneti
Aşktı ikramı evrenin
Aşktı idamesi yüreğin
Aşktı ibresi şiirlerin…
Aşka aşina yüreğim
Tevazu yüklü gönlüm
Sandık dolusu hüzün
Aşk yüklü şehrin
Kıblesi binlerce şiirden
Arda kalan bir tek hüküm:
O da ‘’sev’’ emri Mevla’mın
Kaybolmak ne ki yazarken?