Müsterih ol, ey kalbim

Kadir kıymet bilmezlere değil sen bana aitsin:

Evrenin vaat ettiği gül bahçem

İçimde yeşeren ümidin taze tenisin;

İkbalim ve ihmalim

İdama ettiğim yerin göğün

Ahvalinden

Kaçtığım ne malum?

 

İçimdeki esaret son bulmazken

Mağdur iklim ve sağduyum

Elbet hıfzıssıhhası hayatın

Elimine edilmiş varlığım

Kutsal aşkın damağımda kalan tadı

Dağınıklığım babadan miras

Seferi tanığıyım yalnızlığın…

 

Sözcükler…

Ah, minel aşk

Efkârın dibine vurmuş titrim ve saf varlığım ve sağdıcım ve adağım…

Azadesi mevsimin gönlümün suru gözümün nuru:

Dinmez ki sevdanın nazı niyazı…

Bir öyküm yok benim.

Binlercesine sahibim: misal…

Eksilmez iken prangalarım neşreder ansızın isyanım:

Kutsalım ve doğam ve kâinatın tek Hükümdarı:

Renklerin de istilası…

Bir nebze de olsa yoksunum kök hücremden köküm sağlam ve derin kökleşen suretlerin endamına yenik bir simanın yabancısı değil.

Zirvesindeyim hüznün mantığımın şerefesi, aşkın asaleti hüznün bakiyesi ve günü mühürledim ve tüm çekincelerimi bir kutuya hapsettim…

Aşkın almanağı nasıl da tesirli bir ilaç:

Şifası Rabbimden semada saklı iken tekil haznem:

Çoğul iklimler ve çoğalan sözcükler akışına bıraktığım kadar hayatın azımsanan yüreğimden çektiğim ne ki?

Yalnızlığın saflarında saf tuttuğum kadar af dilediğim Mevla nasıl ki bakidir sözcükler nasıl ki bakaya kalır imgeler.

İmlecim aşk.

Ünlemsiz bir özlem benimki.

Ayracım şiir ve tek sığınağım:

Kumdan kaleler ve de kilden huzur.

Nakşeden günü neşreden ömrü binlerce nesir binlerce şiir yazabilirim ne de olsa engindir aşkın gücü.

Bir hareyim.

Tekil bir hane.

Bir avareyim ki zıpkın gibi saplandığım…

Azadesiyim yokuşun efkârıma bandığım sözcüklerin na’şı ve işte ansızın dirilen ölü bedenim ölümcül belleğim.

Hicreti günün.

Kemale eren hüznün sandukası bahtıma yenik düştüğüm.

Metazoridir hazan.

Muğlaktır zaman.

Muadili olduğum duygular yanarken aşkın közü.

Sıfatlar savar sırasını.

Zaman zarflarına düşer yolum…

Yazdığım her mektubu matbu zarflara koyar postalarım adresime gel gör ki ermez huzur mabedime.

Matemin aslına rücu ettikçe…

Mahremim diz boyu.

Açılar devasa.

Acılar revnak.

Ölüm ikircikli.

Mevsim mağdur…

Ah, bu sevda bana nasıl da t/uzak…

İliklerim iki yakasını İstanbul’un:

Ah, zarif İstanbul, sen ne asi/l bir kadınsın ve evet, hemcinsim sen ve ruh ikizim bazense zarif bir beyefendiye döner tebessüm ettiğin teveccüh ettiğin ve temas ettiğin varlığın dünyalara bedel.

Mevsim rutin.

Acılar ritüel.

Sen ki sevdalı şehir…

Yarın kadın yarın erkek.

Bahşeden hüzne riayet eden martılar sevdalandığın kadar eşlik eder bu aşka ihtişamlı bazense itiraz ettiğin şarlatan gölgeler kazarken kuyumu kuyumcudaki o hassas terazi gibi sararsın ruhumu.

Sarmalında sözcüklerin.

Sinem ve sığınağım ve senin o hoş esintin.

Ruhu duymaz diğer şehirlerin sen aşka düştüğünde.

Renkleri solan güllerin sen sustuğunda.

Öyle ama:

Sessizsin ve nazenin bir cihana bir tarihe baş koyan dünyanın gözü üstünde, sevdalı ve yaralı şehrim…

İhbar ettiğimsin ve de ihtimam gösterdiğim.

İkaz ettiğim imtiyaz sahibi güzelliğin.

Deli Dumrul bazen: bazense naralar atan şehir eşkıyaları hala saf hala temiz kalabildiğim kadar aşka nazır ve hazırdır yedi tepen ve içinde kalan sonsuz ukden.

Hizaya gelir diğer şehirler ve senin sakinlerin:

Ah, yok mu o İstanbul sakinleri asla da sakince yaşamazlar ruhunda acılar böler sevdanı kıtalar aştığın mısralarda bir o kadar iki kıtanın birleştiği.

Ne debdebeli aşklara tanıklık ettin sen:

İnsan şair doğar eğer ki İstanbul’da doğduysa ve şairler b/ölünür senin kâh varlığında kâh yokluğunda.

Ölümcül hasretim.

Ötenazi yaptığım mazim.

Esefle soluduğum hava lakin ne zaman sen düşsen aklıma aşka âşık olasım gelir.

Aşikâr yürüdüğüm kadar Aşiyan yollarında aşina olduğum özlem çöreklenir ruhuma.

Bir seni severim İstanbul bir de…

Asla da sır vermem sana sadece serilirim surlarına.

Sırra kadem basarsan bazen ne zamanki sis bassa yüzölçümünü ve sen ki yüz görümü bir miras babadan gelen soyumla sopumla acımla mutluluğumla ait olduğum şehri İstanbul…

Bazense mikado çöpü gibi dağılan duygularım ve üstümü efkâr bastıkça al al olur yanaklarım.

Bir alıntı değil asla…

Çalıntı bir aşk da değil.

Asamla asi varlığımla askıda duygularımla recim edilmiş yüreğimden sökün eden sen, sevdalı şehir…

Seni sevdikçe ölesim gelir ve işte kırık bir plak gibi çalarım aynı şarkıyı ve sen nasıl ki aşktan da üstünsün…

Ötesini karıştırma yeter ki terk etme beni siması tanıdık bir dost gibi müptelan olmuşken çoktan ve işte çoğaldığım kadar çoğalan hüznüme ve özlemime rest çeksen senden alamam asla gözlerimi semada yuvalanmış göçmen kuşların da nazire yaptığı gibi gelse de göç mevsimi asla terk etmem ben seni…