Bi̇r i̇stanbul masali
Düş aktarımlarında yenik düştüğüm
gerçekler elbet izahı olmayan bir yabancılık ç/ektiğim içimdeki iklimle
sürtüştüğüm bir o kadar ihanet ettiğim çelimsiz bir çocuğun mizacıymışçasına
içime serdiğim kilimde sek sek oynayan yâd edilesi dünler.
Kayrası var mı sahi yalnızlığın ya da
toz tutan resimlerde mi görünüyor g/özüme mutluluk?
Ve mutluluğun mutlak değeri ve işte
lisedeki rahmetli matematik öğretmenimi anıyorum her mutlak değer, dediğimde ve
makul olduğum kadar denklemlerle yüzleşip esefle içimde tabanları yanmış
düşleri pataklıyorum.
Resimsel bir düşün gövdesi.
Benim gövdemse delik deşik aralıksız
iliştirdiğim notlar ve kendimi bir pano gibi addediyorum elbet en üstte adım ve
neye denk düştüğümü tahayyül etmek adına tırmıklayan iç sesim.
Dış sesse maruzatım.
Dışlanan bir yeryüzü bitkisi ise rüzgârın
benden yana olduğu…
Burnuma gelen koku sanırım ben bir
cennet bahçesinde aralıksız yediverenle örtüyorum üstümü ve gözlerim görünen
bazen kısık gözle baktığım hele ki numarasını unuttuğum gözlüklerim ama en sevdiğim
üçüncü gözüm. Yok, yok ne tepegözüm ne de tepinen bir göz belki de Dede Korkut hikâyelerinden
firar eden bir kahraman ve söylem.
Yanan kâğıtlar.
Üstüne su döküyorum.
Üstelik kaç defa yangın ihtimalini
son anda fark ettiğim ve yanan saçlarım en sevdiğimse kâkülüme fön çekmek iken
üstelik çocukluğumdan bu yana.
Yanan çok şey var.
Sönen ve de.
Sönmeyen çok şey var.
Yanmakla yaşarmak arasında gidip
gelen: olmadı yeşillenen gözlerim ve üzerine bastığım çimen.
Latif rüzgâr ve kibar sözcüklerim:
ah, bir de otuzuncu harfi bulsam…
Renklerimle sürtüşen karanlık gökyüzü
ve her nasılsa karanlığın içinde bile seçebildiğim gök kuşağı.
-Pardon, memur bey, yüzde kaç
kusurluyum?
Ya da pilot olup uçarken yazmaya
oturmazdan önce:
-Ne zaman iniş yaparız, pilot bey?
Varlık katsayım yaşasın ki pi
sayısından halliceyim ve göğüs kafesimde kümeler devasa alt kümeler ve öz küme
olma ihtimali kimse sevdiğim, kümeme kattığım sonra da kekeleyen duygular bazen
solan güne sönen bir meşale armağan ettiğim ve kimliğimle sürtüşen duygularım.
Bir düşü iken ihlal ettiğim düşüşün
önünü almak adına ve devasa bir apostrof es ve şimdi de hazırlıkta okuduğum
yıllara gidiyorum ve çok sevdiğim bir arkadaşımı anıyorum.
Keşke o da okuyor olsaydı yazıyı ve
hala ismi aklımda dün gibi:
…Nef’i…
Umarım bir sakıncası yoktur onu
anımsamamın ki hangi birini unutabildim ki?
Unutulduğumsa gün gibi aşikâr ve
artık yeltenmiyorum üzülmeye ve mutluluğa da yaltaklanmıyorum ve nice insan
biriktiriyorum gün içerisinde bana eşlik eden ve hayatımın alt kümelerine şerefle
iliştiriyorum yüreklerini.
Sözcükler lafügüzaf iken.
Sözcükler yanaştığım bir liman iken…
Acılar bozguna uğratsa da bozkırlarda
koşuşturuyorum ve her zerresini günün ve hayatın bir duyguyla eşleştirip birer
sözcüğe ve cümleye denk düşürüyorum içimden geçenleri ve kocaman bir katedral
belliyorum iklimsiz düşlerime tapınak bellediğim elbet tapındığım yüce Mevla’m
ve iki yakam asla bir araya gelmese de biliyorum ki ben İstanbul’un ta
kendisiyim.
Hala iki yakadan bir diğerine geçiş
yapmadığım bazen üşendiğim bazen usandığım ama vazgeçemediğim bir sevda iken
bir İstanbul Masalı biliyorum ne zamanki şehir bana eşlik etse ve ne zaman ben
şehre eşlik etsem.
Sektiğim semtler bazen rüzgârın
getirdiği koku.
Saptığım yanlış bir sokak ve
İstanbul’un yerlisi olsam da kaybolduğum İstanbul sokakları nihayetinde kendimi
bir çıkmaz sokağa benzetip kahkahalar eşliğinde kendime gülerken yakaladığım
bir yürüyüşte bile gülebilecek bir şeyler bulabildiğim ve genel hüzün havasını
bir süreliğine de olsa yok saydığım.
Varsayımlar ve de.
Bir de yok sayımlar.
İşte harf ihlali ile düştüğüm yolda
kendimle oynadığım belki de yavru bir kedi gibi merakla bakarken sağa sola bir
o kadar kolaylıkla ürküp kaçtığım ve üstüme yapışan bir gizem ve de sevgi
arsızı yüreğimle artık insanları sessizce ve uzaktan severken.
Elbet Rabbim tüm olup bitene vakıf ve
bana sevgide geçiş hakkı tanıdığı için şükre doymadığım bir o kadar İstanbul’a
denk düşen haletiruhiyem…
Ne kendime kavuşabildiğim.
Ne kendimden kaçabildiğim…
Ve işte o iki yakası şehrin bir de
boynumdaki üçüncü yaka.
Sergüzeşt bir ilham mı yoksa idamını
talep ettiğim ne zamanki kendimle uzlaşı geliştiremesem kendimi suçlayıp bir o
kadar kalemi darağacına astığım…
Esintinin mimarı iken rüzgâr ve içimi
kıyan da bir açlık elbet endamlı bir açılım iken getirmem gereken ve
maruzatlarımla yan yana yürüdüğüm en çok da kendimi s/avunma mekanizmaları ile
aldattığım.
Şimdi bir İstanbul Masalı iken
rüyalarıma eşlik eden.
Yarınsa bir İstanbul şiirine yakınlık
duyduğum.
Belki de asla yazamayacağım bir
İstanbul romanı üstelik Pamuk’un kitaplarında rast geldiğim sayısız anı yazara
ve İstanbul’a dair her ne kadar kendimi onunla kıyaslamak gibi bir kıstasa
ihtimal dahi vermezken belki de en sahiplendiğim şehir hatta cehennemi yaşatan
bir cennet bahçesinde s/alınıp durduğum İstanbul sokakları ve harf ihlali
yaptığım:
Mademki her masalın bir sonu var ya,
başlamadığım bir masalda son noktayı nasıl koyacağım ki ben en azından
azımsamadığım bir mutluluk iken İstanbul’a denk düştüğüm ve gün içerisinde kaç
mevsimse İstanbul’un yaşadığı ve yaşattığı bir de benim içimde sayısız mevsimle
beraber İstanbul’u yaşattığım…
Çok çok teşekkür ederim