Düşlerim kıpraşıyor içimin su götürmez gerçekçiliğinde.

 

Renklere asılıyım, rengârenk içim belki de tutulası bir aşka d/okunuyorum canım her y/andığında camdan bir biblo addedilen çocuk yanım ve yasımla yaşımı dindirmeye çalışıyorum.

 

Sözcükler yorgun ve mahrem.

 

Suskunluk hep mi benim payıma düşer? Ama artık soru sormayı bıraktığım için suskunluğum daha bir pekişiyor ve ismi olmayan bir dosta sığınıyorum aslında bir bedeni de olmayan aslında asla karşılaşmadığım ve karşılaşma ihtimalimin olmayacağı bir dosta…

 

Bir aşka sığınıyorum bu gece bir b/aşka hayali ve uhrevi bir farkındalıkla sonradan anlıyorum ki; ben insanları gözümde nasıl nasıl da büyütmüşüm ve işte büyümemin engellendiği o taşlı yol ve ben d/üşüyorum yeniden ve yeniden.

 

Algı eşiğimde ip atlıyor içimdeki neşeli çocuk ve ben nasıl da mutluyum.

 

Bir kancaya asılı olduğum şu son on sene o da kalemin hatırına tırmandığım bir dağ asılı kaldığım kırık bir dal ve işte ruhuma askıntı olan nankör nidalar.

 

Gönlümde devasa bir parantez açmışım zamanın birinde ve nasıl da kümelemişim insanları bir bir:

 

Öz alt kümesi ruhumun sevgiye meyyal.

 

Kesişen iki küme eskisi: ben ve çocukluğum.

 

Kardeşim geliyor yanıma ki benden on yaş küçük ama ben ona baba demek istiyorum ya da ağabey…

 

Gülümsüyor.

 

‘’Bu kadar saf olmak zorunda mısın canım ablam ve bir insan bu kadar mı temiz kalır?’’

 

Ellerimi ovuşturuyorum sonra gözlerimi sonra başımı öne eğiyorum ve benim ona söylediğim ve nasihat ettiği o cümleyi söylüyor:

 

‘’Hastane dönüşü yolda birbirimize sarılmış ağlar ve yürürken sen değil miydin, abla, başını dik tut diyen?’’

 

Ki babamızı o son görüşümüzün üzerinden onca zaman geçmişken ansızın o acıyı duyuyoruz abla-kardeş ve omuzlarımı dikleştirip onaylarcasına başımı sallıyorum.

 

Benim değil en başta Yaratanın onayından geçen bir var olma kaygısı ve arzusu.

 

Yoksunluğun ne olduğunu ikimizin de zor zamanlarda öğrendiğimiz.

 

Bir var bir yok, dediklerimiz.

 

Yanımızda olan kimse iyi günümüzde eksik etmedikleri varlıkları sonra hüzün geçidinde en önde yürürken bizler sağa sola kaçışan dost bildiklerimiz.

 

Renklerden siyah oysaki güneş batmadı henüz.

 

Renklerden en asili en masumu alnımda sönmek bilmeyen.

 

Dünyanın en iyi insanı olma mücadelesi verirken en kötü ithamların bana askıntı olduğu…

 

Tanımadığım insanların bana düşman olduğu…

 

Neden, diyemezken daha doğrusu soru sormayı bıraktığım.

 

Nasıl, demeyi de ertelediğim ve kaderin akışına kendimi bıraktığım bir de kederin nemli yüzü ve yaslandığım tek ulu dağ tek çınar babamın gidişinden sonra kimliklerimizin sorgulandığı.

 

Yasım da yaşım da s/onsuz.

 

Sevgim bitimsiz.

 

Yalnızlık çok izafi.

 

İman gücüm herkes gibi.

 

İman gücüm sanki daha bir önde önceki Gülüm ’den daha dirayetli daha dik başlı dimdik dağlar gibi yollar gibi eğri büğrü değil Hakkın yolu sadece seçtiğim üstelik kendimi bildim bileli.

 

Söylemek istediklerimden ötesini dile getirmişken içimde kaynayan bir kazan ve kaza eseri yolda bırakıldığım bir dosta daha veda ettiğim daha doğrusu dost bildiğim dostane sohbetlerin ertesinde aramızda açılan o mesafe ve o derin uçurum.

 

Onay vermesem de ses etmediğim ama yalanların ve ihanetin ve iftiranın kazan kaldırdığı bense haiz olduğum o tek zerremle güzel şeyler yapmak ve güzellikleri yaşamak ve yaşatmaktan ötesini de temenni etmediğim daha doğrusu hayat denen piyeste kulağıma söylenen repliklerden haz etmediğim…

 

İçimdeki boyutsuzlukla yaşarken.

 

Sonsuzluğun minvalinde kıyama durduğum her gün her an benimki kara sevdam günbegün boyut atlarken Rabbime koşmanın verdiği huzur ve mutlulukla sınandığım kadar kollarımı da sıvayıp hayat denen teranede hala ak kalmanın mümkün olduğunu tüm insanlara göstermek adına belki de elimden geleni yaptığım ve elimden gelenin fazlasıyla insan sevgimde sınır tanımazken aldığım yenilgilerde aradığım o çıkış noktası çünkü ben sevgimden ve değerlerimden ödün vermeden yaşama telaşı güderken gördüğüm o ki…

 

Onay vermediğim hangi kusurlu hareket ise ve işte beni bana düşman edenler yüzünden kendimle çeliştiğim koca ömür…

 

Yaşım henüz on bir ve okuduğum hazırlık sınıfı dağıldığı için başka sınıflara kaydımız alınırken ve işte devam ettiğim yeni sınıfımda ortada sebep yokken bana takan İngilizce öğretmenim ve ben onu çok severken aralıksız sıramı değiştirip dama taşı gibi sınıfın tüm sıralarına oturtulduğum…

 

Onay vermekse buna akla zarar hele ki küçücük bir çocuğu bunca deneyimli ve sevilen bir öğretmen nasıl gözden çıkarır?

 

Daha o yaşta kendimle çelişmeye zemin hazırlayan öğretmenim ve okula koşa koşa giderken ayaklarımın geri geri gittiği ve henüz geçenlerde aldığım o haber: benden nefret eden benimse saygı duyduğum bir idolün vefat haberi ve ben dualarımı her şeye rağmen ondan esirgemezken.

 

Birileri canımı yakarken ben dualarımı onlardan eksik etmeyip Allah rızası için her olumsuzluğu da yok sayıp ve ansızın aldığım yeni bir darbe derken bir tane daha tıpkı dün olduğu gibi haliyle beni sevenler dünü ve dündeki sıkıntılarımı unutmamı tembihlerken ve bende bunu tatbik etmeye çalışırken dünün ve tarihin tekerrür ettiği.

 

Bir insan nice insan.

 

Alabildiğine düzgün ve kendi halimde yaşarken anlamsız bir şekilde anlam yitiren dost bildiklerim, yakınlarım ve yakınımda uzağımda kim varsa benden bir parça bilip de bu da yetmezmiş gibi kendimi paraladığım parçaladığım…

 

Bir insan aynı yerinden kaç kere kaç bin kere kırılırsa artık.

 

Dünyanın en mükemmel insanı değilim elbet ama elimdeki donelerle kendimi dünyayı ihya etmek adına da ben hep yürekten sevip yüreğimle paylaşmadım mı duygularımı ve sözcüklerimi.

 

Çocukla çocuk olduğum.

 

İnsan olarak bir ayırım yapmak aklıma gelmezken kendimi ezip de geçtiğim ve algı eşiğimde başlayıp da son zerreme kadar empati kurduğum ve karşımdakini insan olduğu için sevdiğim ve saydığım ve güven duyduğum…

 

Aynı kalmak ne derece mümkün peki?

 

Alın size, cevabı olmayan bir soru.

 

Ayrışmak ya da ayrık otu ilan edilmek neden hep rağbet görür peki?

 

Oysaki ben kendi dikenlerimi kendime batırdığım yetmezmiş gibi çuvaldızı da acımaksızın kendime batırırken anlam da veremiyorum insanların neden sevgime ve umuduma set çektiğini.

 

Artık bir arayışım da yok çünkü her sorumun yanıtının aslında bende saklı olduğunu öğretti hayat.

 

Sevebilmenin de ötesinde sevgiyi çarçur edenlere taviz vermezken daha da çok sevebilmenin mümkün olduğunu, deneme-yanıla yöntemiyle zaten öğrendim ve işte hız kesmeyen sevgimi en yüce sevgiyi Rabbime sunduğum…