Bi̇r fi̇ncan kahve
Yaslı şehrin tınısında saklı gök
kubbe: nazara dahi alınmayan hırpani bir düş’ün semadaki ayak sesi elbet
bilinmezliğin güftesi ne zamanki bir şiir dolansa yüreğime.
Kaybolan zaman mı yoksa insan mı?
Pimi çekilen ömrün savrulduğu
Tufanda saklı heceler
Her çimdiklediğimde göğün nazlı
gerdanını
İçimde kalan ne çok ukde
Fısıldar derinde saklı yalnızlığın
mealine.
Bir gök kuşağı giyindiğim
Ne çok hurafe içine dizildiğim
Oysaki ne meleğim ne kâhin
Bir fincan kahvenin telvesinde
saklanmaya talibim.
Dostun hatırına hicaz makamıysa
yalnızlığın
Sevgi dolu muhabbetlere
Dokunmak hızla ve telaşla sona ersin
diye
Sessizlikle imtihanım.
Bir bakraç ise içine saklandığım
Ya da devasa bir sarkaç
Yoklukla acıyla sınandığım.
Bir sevinç ise gizinde aşkın
Bir üzünç belki de özleme yatkınlığım
En çok da kendime sığınmak
Sığamazken yere göğe
Bir şiir olup da konmak yüreklere.
Rengim, zevkim ve sevgim
Münasip bir dilde zikredip
nihayetinde
Kendime yenildiğim.
Bir rubai ise sarmalında aşkın
Bir hece ise günbegün tokalaştığım.
Metruk düşler sokağında gidip
geldiğim
Yaldızlı yolunda evrenin
Şiirlerle yüreğin söküklerini
diktiğim
Hala ayılamadığım bir rüya gibi
Bandığım her sözcükte evrenin ikramı
Umut gibi.
Mıntıkamda saklıyım
Asker adımları yalnızlığın…
Teftişe çıkan yıldızlar ve mehtabın
Sessizce dokunduğu içimdeki emir eri
Elbet kifayetsiz künyemde saklı
Sözüm ona mutluluğun neferi bir
adımdan da öte
Adı olmayan bir iklimde
Yankısı dahi olmayan yalnızlığın
sesinde
Hala devinebildiğim başlı başına bir
mucize
Sadık olmaksa yüce Rabbime
Bir kum zerresi gibi çoğalıp
kaybolduğum.