Kundaklanmış bir yüreğin izinde saklı
bir giz isem ne çıkar ne…
Yalnızlığın göçünde saklı bir düş
isem ya da:
İma ettiğimden öte imha edemediğim
Yasın yaşlı yollarına düşen bir kilim
gibi serildiğim iklimin kollarında yeşeren gözlerimden akana duacı bir rengim
belki de belki özlemim kendime en çok öykündüğüm ve aldığım hazzın dahi
ötesinde şiirler ve hikâyeler yazmaya ant içtiğim…
Mektebin kirli duvarları.
Meali ölüm olan ruhun kanadığı kadar
kandıklarından ibaret o sahte dünyada cennet bildiğim anne yüreğinde saklı
olduğum kadar da bir yitimde, metruk bir hanenin yıkık terasında ya da
afalladığım hayatın arka yollarında değil bilakis cennet bildiğim ruhların
davetinde geri çevrildiğim bir lanetin izini sürüyorum belki de.
Gönyem ve pergelim ve cetvelim saklı
hala kütüphanemin çekmecesinde.
Rengim azıcık solgun olsa ne çıkar?
Hazzın doruğudur haiz olduğum
yalnızlığın ve hüznün rotasından milim dahi sapmadığım gel gör ki; mimlenmiştir
yüreğim bir de mil çekilen gözlerim sancılı bir düşüm ben sanrıların ekininde
ve edimlerin ritüelinde söküklerimden sarkan ipliklerin ipe geldiği kadar
sesimin ve bedenimin gökte saklı gizi ile tinimdeki asaletin titrime yaydığı iz
ile.
Yara izim yok.
Görünürde yamam da.
Mağara adamlarından kaçan bir dağ
keçisiyim.
Yaralandığım meçhul kimine göre ve
kinlerini saklı tuttukları kadar yüzüme bulaştırdıkları kir de umurumda değil
asla.
Çalan kâinat orkestrası.
Yüreğimdeki o derin sızı.
Bir konçerto ise yaşamak bense
aşkımla ve fildişi tuşlarıyla duvar piyanomun elbet sessizliğin ve hüznün
şarkılarında saklıyım.
Kem gözler.
Enerjimi emen nidalar.
Evreleri kayıp dualar.
Evhamlı yüreğim.
Her bir Allah’ın kuluna akla zarar
ki: itibar ettiğim.
Bir yeistir belki de andan firar
eden.
Bir beis mi yoksa miski amber kokan
ruhumdan sökün eden.
Bir renksem alacalı bulacalı.
Bir karartı isem sözcüklerin ve aşkın
dahi tohuma kaçtığı.
Çapanoğlu arar insanlar ve çemkiren
iblise ve zalime alkış tutarlar.
Çeperimde ne isyan ne inkâr ve lahza
bildiğim yüreğimle kıyama durduğum kadar nazarında insanların unutulmuş ve
sayfaları kırışık bir kitabım…
Oh, ne ala, hünkârım…
Alı al moru mor isyanlardan uzak
durduğum kadar içimdeki sonsuzluğa bazen kızgın bazen nazargahım.
Haşmetlidir yüreğim hazzın eşiğinde.
İhtişamlıdır duygularım ölü iklimin
küpeştesinde.
İnzivaya çekildiğim gencecik yaşım…
Bense hüznümle bahtiyarım.
Ah, nazenin gök kubbe.
Ah, yaralı eşrafı sözcüklerimin.
Ah, kat çıktığım aşkın yörüngesinde
saklı bir yıldız gibi yalnızlığa meylederim.
Katık ettiğim.
Atık bildiğim duygularım.
Arşı alaya çıkan rüyalarım.
Arz ettiğim ne ki talep bulmadığım
kadar da arz-talep eğrisinde bir türlü optimum noktayı yakalayamadığım kadar da
kavrayamadım gitti döngünün işleyişini.
Zarardayım ve ziyanda ve işte
binlerce t-tablosu inşa ettim alt edemediğim matematiğin uyumsuz bir asal ve de
asi/l sayısıyım:
Yuvarladığım taşlardan hane;
Sözcüklerden hare;
Hazandan ibaret ömrü bahara
devrettiğim kadar da Araf’ta kaldığım mı tek bahane?
Bana neci bir dünyanın biz olma
güdüsüyle şahlanmış duyguların şematik dürtüsünde ve mevsimin duvağında saklı
nazenin bir çiçek gibi salınımında evrenin acılarımı sağalttığım şiirlerin
nazarında güzellik uykumdansa henüz uyandım.
Şatafatlı bir iklimse ruhumda seken o
coğrafya…
Hüzünlü bir ilkbahar sabahı ise firar
eden o vaveyla…
Önümü arkamı dahi kolaçan etmediğim
kadar sağımda soluma saydığım kadar da içtimada geçen ömrün saltanatını
sürdüğümü de sanmayın asla.
Sancılı bir günün ertesi, eş güdümlü
duyguların nezdinde aradığımı bulduğumu biliyorum artık ve atıl ruhlardan
dökülen atıklar değil bilakis ruhumu katık ettiğim sonsuzluğun g/izinde seken
bir topal serçeyim hali hazırda annesine kol kanat gerse de annesinin kanatlarında
yaşayan sığınmacı ve mülteci bir esintiyim ben:
Sobelendiğim aşkın…
Soyutlandığım cihanın…
Ve de uzağında olduğum geniş mezhepli
insanların…
Adımı da koymasın sakın ha, hiç kimse:
çünkü ismimi kulağıma üfledi ve söyledi en sevdiğim.
Adımın başına da sıfatlar koymasın
bir Allah’ın kulu da yargılamadan takkesini önüne koysun da bir düşünsün hani…
Maraza yüklü söylemler ve söküklerden
damlayan yaşın yasın izinden insanlara ne?
Mademki bana bu canı verendir Rabbim
ve mademki; ‘’ol’’ ve de ‘’yaz’’ diyen ve matemin eşiğinde umutla ve sevgiyle
sözcüklerimle gerdeğe girdim ben bilinmezin tininde saklı yorgun ruhumla da
teftişe çıktığım kadar teşrif eden ilhamın bam telinde saklı gamlı bir notayım
ve sağdıcı olduğum kadar solumdaki sol notasının elbet müzmin bir aşka da baş
koydum ben ve de şeceremde saklı ne var ne yok yine bende saklı ve kayıtlı ve
genlerimden firar eden sözcüklere ve sevmeye sevdalı…