Önemsiz bir ayrıntı gibi yansısa da yaşamdaki kırıklar ve kırgınlıklar her hayal kırıklığı aslında bir düş çürüğü hani, çektirmeye kıyamadığınız çürük dişinize yapılan kaplama gibi ve de tüm gerçekler bilinç dışı.

Sözcüklerden ördüğüm bir dağ lalesi kokusu içime sinen yerleşik acılar silsilesi ve örgütlenmiş tüm duygularımı imha etmek adına yazıyorum yetmiyor…

Acım dinsin diye aradığım teselli sahibini bulmuyor.

Akabinde tecelli eden yeni acılar durağında bekleme yapan bir araba gibi motoru zorladıkça dumanlar tütüyor ruhumdan.

Sancılı bir oluşum belki bir varsayım.

Sevecen bir gülücük filan da sunmuyor size, hiç kimse ve kırık radarında göğün yerin dibine geçerken insan sanıyor ki tüm çözüm yok olmakta isterse izafi bir yer değişim addedilsin ha, mezara konmuşsunuz ölüm ertesi ha, yaşarken çıtası yükseldikçe hüznün yerin dibine geçmişsiniz hem de canlı canlı.

Bu gün ve dün ve yarını temenni ederken bölündüğünüz tam da ortanızdan ve ölmeyi dilediğiniz çünkü diğer yarınız eğer ki çok sevdiğiniz birine aitse tüm düşler teker teker çürüyüp bir bir dökülüyor dimağınızdan.

Saygın sunumlar ve sorular.

Saygı duruşuna geçen gölgeler.

Soyutlandığınız kadar hayattan somut veriler sunuyor size hayat.

Bir özlem bir hasret ve çekincelerin saklandığı o kapalı çekmece sür-git realizm sür-git hayaller silsilesi.

Sonucuna katlandığınız ve bile bile sevdiğiniz insanlardan alacağınız yeni darbelerin tutanağı aslında yürek sesiniz.

Delişmen bir tonda varsayılan bir tanıda düşe kalka yaşadığınız yetmezmiş gibi hayal gücünüzden de taviz verirken ve hayallerin bir bulut gibi göçtüğü sonsuzluk nehri.

Akışkan hüzün.

Sonlanan hayaller.

İz düşümü ömrün ve sudan bahanelerle uyutulduğunuz o derin uyku.

Sözcükler bir kurtarıcı değil aslında bilakis içine çekildiğiniz bir bataklık hele ki kendinizi ararken rast geldiğiniz yalancı maskeler bu bağlamda özünüzü korumak adına çabalarken aslında hakem son düdüğü çalıp siz de düşleriniz de ansızın diskalifiye olduğunuz bu tutkulu yolculuğun son durağına geldiğinizi tesadüf eseri öğreniyorsunuz ve kader hep son sözü söylemeyi görev edinmişken greve giden duygulardan kalan son üç beş kırıntı belki de tek teselliniz…

Ruhumda seken sergüzeşt bir mısra ve sarkık derisi zamanın adına gök denen ve yerle yeksan edilmiş ecinnilerin telaşı aşka hürmet eden bol keseden salvolar ve edilen yeminler…

Sessizliğin çığlığına tapınandır kalemim ve kalemimdir hayatla olan bağlantıma şirk koşan bir yalandır.

Bir yalanım ben de yaşım yasımla özdeş.

Batmış bir tekneyim de aynı zaman hali hazırda kaptan köşkünde ıslık çalan.

Yalnızlığım dert değil yâdımsa cebimde.

Sözcüklerim nemli ve yas kokar ve anne ikliminde seker hecelerim yaşadığım kadar yaşattığım tekil hanemde ve birler basamağında zil çalar içimdeki imgeler ve her biri nasıl da çığırtkan.

Kanarım ben sıklıkla.

Kanatırım kalemi.

Kalemse küstü mü sessizliğime cezbeder sevgi sözcükleri.

Bir korum.

Belki de kör noktası evrenin.

Bir közüm.

Ve şiirdir benim son kozum.

Rengim müstakil.

Peygamber sabrı vermiş Tanrı içimdeki iklime:

Bir yazım bir sonbahar.

Yaza yaza gelen yaz mevsimi ve kapısından kovulduğum mutluluk…

Sağdıcımdır kalem solumda yediğim vurgunun tonu ve tınısı sol anahtarıma binaen açılası her kapıdır mucizevi bir esinti.

Silik değilim.

Belki de gelmiş geçmiş en ihtişamlı salak.

Sihirlidir yüreğim tepe taklak düştüğüm günlerden günüme ulaştığım ve gücüme gider zaman zaman yaşamak.

Yaşattığım bir izdihamdır yüreğimin saklı hazinesi:

Aman Allah’ım, ne çok iklim ne çok duygu ve duyum.

Sunumu mu hayatın?

Vurulduğum o tek kurşunla ruhu dahi duymaz iken eşrafımın…

Yakarım bir bir mektupları.

Yâdım şiir yarınım masal.

Birkaç da roman yazdım madem…

Ne kibirliyim ne kindar sadece yumuşak kalpli ve unutmam yapılan eziyetleri bu yüzden her eziyet içimde bir meziyete dönüşür ve un ufak edilmiş kalbimden dağlar çizerim yollar aşarım baş koyduğum yolda nasıl da sakarım gel gör ki seğiren gözüm bana müjdeler beni bir yerlerde bir mucizenin beklediğini.

Kıvamını tutturamadığım yemekler gibiyim:

Belki fazla tuzlu belki dibi yanık.

Meali aşk olan ebabiller gibiyim ve ruhum da kanadım da kırık.

Kırgınlığım had safhada cihana.

Kızgınlığımsa kendime.

Gel gör ki rüştünü ispatladım ben bir kere içimdeki çocuğun kalemimse can çekişirken uzun yaz gecelerinde ve işte volta attığım hastanenin bahçesi:

Kimliğim evlat.

Kibarım asla değil yeknesak.

Evhamla yaşadığım da doğrudur çünkü mevzu bahis olan annem ve o, her nefes alamadığında parmağına taktığım cihaz bir bir söyler bana kanındaki oksijen miktarını ve acile düşer yolumuz acilen binerim kapıya gelen ambulansa ve tutulur nutkum ve gece çığlık atar dinmeyen siren sesleri ile aslında sitem ederim içimdeki yaralı çocuğa ve yamalı kalbim nasıl da nasıl da acır derinden.

Acımadığı kadar insanların mutluyum ben acılarımla.

Yüksünmediğim kadar davamdan elbet güneş doğacaktır bir kere daha benim adıma.

Adımda saklı kantar:

Nasıl ki birden fazla adım var…

Adım adım yaklaştığım o meçhul son asla değil umurumda çünkü ben defalarca öldü ve defalarca çektim kabir azabını çünkü sınavım ağırdı ve de sevdiklerimle sınandığım kadar sığamazken de bedenime semirendi hüzün ve o uzun bekleyiş hastane koridorlarını mekân tuttuğum son yılların cafcaflı yankısı ve cebimde çakıl taşları ektiğim yere ektiğim bahçeme hani olur da beni seven birileri vardır peşimden gelsin diye.

Peşin peşin ölüyüm.

Peşinen ödediğim neyse dünümdür öykündüğüm.

Bir annenin bir kızıyım.

Bir kızıyım ki o annenin şimdilerde ben iken onun annesi.

Her şey olacağına varır: bilmem mi ama Allah’tan da ümit kesilmez madem ve varsa bir vasiyetim:

Beni şiirlerimle gömün lütfen ve de annem benden ve de bu dünyadan çekip gitmeden…