Ben şehi̇rdi̇m şehi̇r i̇se şai̇r
Yağmurun isyanında, denk düştü yolum
hüzne.
Martaval okuyan gölgeler yoktu başucumda
ve ipekten teni göğün bazen yüzümü asıp içime döndüğüm.
Hazandı muhatabım.
Hüzünse bir resital…
Islıklayan martılar ve işte denize
âşık haylaz çocuk yanım inkâr edemeyeceğim kadar sevdalı mavi göğe…
Fıtratımda saklıydı mizacı şehrin ve
efsanelere denk düşen tarih.
Gökten dokuması mevsimin ve göğsümde
uçuşan kuşlar.
Aşka namzet evren sadık olduğumuz
kadar Rabbimize ve razı geldiğimiz kader bazen yakamozlar fısıldayan bazen
şehrin devasa köprüleri dudakları uçuklatan.
Meşrebi sözcüklerin bazense makaraya
sarılan gülüşler.
Hengâmesi ömrün hafızama yenik
düştüğüm kayıtlar.
Ben şehirdim.
Şehir ise şair.
Şiddetli sağanak kıyama duran yedi
tepe.
Mevsimin muhatabı dalgalar göğün
cüppesi peşine takıldığım martıların kuyrukları ve çığlıkları egemendi şehre.
Kayıp bir miladım vardı ya da yok…
Ah, bir de miadı dolan hayallerim ve
şehrin peçesine sığındım ve şehir beni kucakladı.
İçimdeki ipekten iklim belki ikileme
düştüğüm hemen her mevsim…
Yaslı bir rüzgârdım ben gözü yaşlı.
Kavisli yollarında ruhun bazen
tutulan nutkum.
Devasa idi mabedim aşkın Pişekâr
özleminse salaş tınısında saklı.
Ben şehirdim; şehirse şiir.
Aslında ömre yayılan bir şiirdim ben
milyonlarca dizeyi çoktan hatmetmiş ve hamt ettiğim kadar mutluydum.
Boyumu aşan dalgalar.
Dalgalara şapka çıkaran martılar.
Sözcüklerse kanatlarımdı ve işte
martılardı aslında öykündüğüm…
Öldürdüğüm nefsim ve yüz vermediğim
egom.
Alt bellekse aralıksız kayıtta idi
bir ömür daha doğrusu –imiş.
Öznemle.
Özlemimle…
Şehre âşıktım ben ve şehir denizine
akıtırken gözyaşlarını bense esir düştüğüm rüzgârla çapkınca yol alıyorduk ve
şiarım esinti şekli şemaili olmayan duygulara ise kimlik kazandırdığım kalemin
nezdinde.
Güzel bir üçlüydük işte:
Şehir ve şiir ve ben.
Dar sokakları Üsküdar’ın.
Devasa meydanı Kadıköy’ün.
Rıhtımda yürümeyi özlediğim son
zamanlar.
Gitmeyi unuttuğum son zamanlarda
Avrupa yakası şehrin ve işte binlerce kartpostal saklıydı yürek iklimimin
arşivinde.
Şerh düşülesi güzellikte gecenin
karanlığında bazen sokağa çıkıp özgürce ve maskesiz yürüyüp de bağırmak
istediğim her sıkıldığımda ve hep de yaptığım üzere: aralıksız konuştuğum bazen
iç sesime paye vermesem de gecenin karanlığında tek yapabildiğim: İstanbul ile
dertleşmek ve dualarımın nezdinde sabahı kapıda beklediğim.
Rüzgârın batılı.
Hayatın güzergâhı.
Aşkınsa yanık kokan mektupları.
Fıtratım İstanbul ve köküm yine
İstanbul’a dair.
Ait olduğum şehir ve bana ait olan.
Çocukluğumu ilk gençliğimi kısaca tüm
hayatımı İstanbul’a sığdırdığım gelin görün ki o minicik yüzölçümü ile onlarca
milyon insanı yüreğine sığdıran İstanbul nasıl da yalnız gözümde hep de olduğu
üzere belki de ayracı duyguların şiar edindiğim duygular ve perçemi yüreğin
bazen uçuşan saçlarım kıblemde saklı ruhum ve duygularım ve itibar ettiğim her
gölge aslında beni bana sunan iken inancım ve sevgim.
Cübbem mi?
Yoksa cüssem mi?
Cüret etmekse en çok seven yine ben
olmalıydım elbet sevdalı ve yaralı şehri…
Ruh ikizim şehri İstanbul ve yedi
tepesine aynı anda doğan güneş ve içimi aydınlık kılan o esintisi gecenin
neşrinde kuyruklu yıldız gibi peşine takıldığım sözcüklerin getirdiği binlerce
açılım sayesinde bazen kuş olup kanatlandığım bazen çiçeklendiğim.
teşekkür ederim