‘’İki şeyi bilmek istiyorum.

Duvarların rengi neydi?

Derimin rengi neydi?

Dokunuyorum duvarlara; parmak uçlarımla, avuçlarımla, dilimle dokunuyorum. Duvarların bir rengi olmalı. Belki renksizliğin rengi bu. Çürüyen bir bedenin kokusuydu duvarların rengi…’’(A. Telli)

 

Düş kepenkleri etrafımda çevrili ve sessizliğin kilitli çekmecelerine sığınıyorum: pelte olmuş bedenim biliyorum da yalnızlığın müridi olduğumu ve susamış dudaklarıma dualar ekiyorum.

Aşkın mefkûresi adeta sözcükler bense kıyama durmuşken bir ömür elbet kıyamet habercisi bu sessizlik ve duvarlar: ah, üstüme üstüme yürüyen duvarlar…

Her duvar lekeli.

Her duvar tehlikeli hele ki duvarların bir de kulağı varsa.

Hecelerden yorganım; vicdanımsa yastığım ve aşkı soluyorum aşikâr soluyorum ayan beyan azalıyor hücrelerim.

Göğe kamp kuran sesler var ve iniltisi ölümün bense içimde esen rüzgârın nidalarına kulak kabartmışım.

Tarifsiz acılar içerisindeyim ve tuhaf bir şekilde zevk alıyorum canımın yanmasından ve duvar dibinin saksısı her nasılsa günlerdir su vermediğim o duvar dibi saksısı gel gör ki tavandan damlayan kirli sularla tutunuyor hayata saksıdaki adı olmayan bitki bazen insan şeklini alıyor ve ayan beyan gözlerini dikip de üzerime…

Devamını getiremiyorum çünkü aklım başka yerde bedenim ayrı yerde. Duvarlara tünemiş resimler var ters duran ve terliyorum bedenim terennümler saklı içimde oysaki şimdilerde renksiz ırksız acılarla hemhal neye denk düştüğümü asla izah edemiyorum.

Bir resital adeta içimde devinen duygular: her duygunun bir notası mevcut kulaklarımda.

Rahmetten eser yok çevremde ve daha çok dua ediyorum için için erirken.

İçmediğim kadar şiir içiyorum iki düşünce arası sonra şiirler soluyor sonra duvar renk değiştiriyor ama neye denk düştüğünü bilmediğim bir renk içine hapsolduğum.

Kanayan dizelerim kangren olmuş kalemim.

Kafamın tası çoktan atmış belli ki düşüncelerimi asla toparlayıp bir araya getiremiyorum zaten bedenim ve zihnim ayrı tellerden çalıyor.

Yakarışım mı?

Yeşeren sözcüklerim mi?

Yaşaran yürek mi?

Hangi iklimim ben ve hangi ikilemdir içine düştüğüm?

Tensiye ettiğim mazim.

Narkoz almış düşüncelerim ve sefil sinir hücrelerim artık kaç bin hücrem ölüyorsa içine düştüğüm hücrenin de teneffüs ettiği havayla haddinden fazla daralıyor içim ve duvarın diğer tarafından seslerle sınanıyorum aralıksız.

Deli gibi gülen bir kadının sesi yoksa erkek mi? Belki de üçüncü cins ve aklıma hemen Lut kavmi geliyor belli ki olup biten kıyamet habercisi bense parazitli iç sesimi teftişe çıkıp dış sesi bastırmanın yollarını arıyorum ve gözümün önündeki saksıda ne olduğu belirsiz o şekli şemaili olmayan bitkiyle göz teması kuruyorum ve ansızın kaçırıyorum bakışlarımı.

Bir hüviyetimin ya da hürriyetimin olduğundan şüpheliyim ve iç sesim birden bire aksamaya başlıyor düşüncelerimin dibini gördüğüm karanlığa dokunuyorum içimden gelen bir güdü ile ve hasretini duyduğum önceki hayatımı zihnimde canlandırmaya çalışıyorum ama bir şey engel oluyor dünümü hatırlamaya çalışırken yarını da tahayyül edemiyorum öyle ki içinde bulunduğum bu haletiruhiye hiçbir kalıba sığmıyor ve d/üşüyorum.

Yüreğimde tepinen o gümbürtü ve yakınlarımın ismini hatırlamaya çalışıyorum belki de sevgi denen hissin bana olan uzaklığıdır onların ismini hatırlamama sebebim. Ya, benim adım ne ve ben kimim?

Kurduğum saat.

Kurmalı bebek gibi içimde devinen sayısız frekans.

Karanlıkla cilveleşiyor bu sefer rengi olmayan ama gaipten gelen seslerle üzerime üzerime gelen duvarlar.

Şairin dediğine öykünüyorum. Sahi ne mi demişti şair?

‘’Durmadan soruyorlardı. Tanrılar bilmiyorlardı sordukları şeyleri ama yine de soruyorlar, soruyorlar. Adımdan gayrısını bilmiyorum.’’

Adımı hatırlamamak iyi bir şey mi yoksa güvende olduğumun habercisi mi?

Çürüyen bedenin kokusuna dahi dayanabilirken insan…

Ya, çürüyen insanlık ve cılkı çıkmışken duyguların, değerlerin?

‘’Geride kalan son bir damla su. Kutuda kalan son bir damla su, bu bile değildi. Küstü, öldürdü kendini su. Su çürüdü. Adımdan gayrısını bilmiyorum.’’(Alıntı)

Oh, ne ala! Demek ki çıkışım yok bu duvarların arasından ve ben adımı bile bilmezken…

İyi de ne fark eder ki bu saatten sonra?

Suyun çürümesinden öte insanlık çürüdü.

Şehir işgal altında ve ben içine tıkıldığım odanın duvarları ile hesaplaşırken dünya çoktan cehenneme de dönüşmüşken…

Adımı hatırlamaya başlıyorum yavaş yavaş…

Ben savaştan kaçan bir çocuğum sadece üstelik annesi babası duvarın diğer tarafındaki enkazın altında kalmış…

‘’Sesimi duyuyor musun? Eğer duyuyorsan duvara vur tüm gücünle.’’

Annemi özledim ve oyun bahçemi ve oyuncaklarımı…

‘’Heyyy, duyan var mı duyan var mı?’’

Ben sadece küçük bir çocuğum bu dünyada bir başına kalmış…

Hey, sen ve sen ve sen!

Benim gibi kaç çocuk savaştan ve ölümden kaçamazken ne fark eder ki kurtarılıp kurtulmamam? Artık her şey için çok geç…

‘’Aç gözlerini küçüğüm ve beni duyuyorsan sık elimi.’’

Sahi, benim bir adım var mı?

Ben sadece çocuğum çocuk…