Ölümün olgusu yoksa
sıra dışı bir dolgu mudur ruhumu kavrayan acının kıvamında sertleşen bir su
mudur ansızın sudan buza dönen?
Yeltendiğim kadar
ölüme ramak kala da ölüme…
Meylettiğim her
sabah aslında sona yürüyüşümün kaosudur belki de yalnızlar bulvarında seken tek
heceyim kulvarında hüznün tüm evreni tek geçen.
Tekil hüviyetim.
Tekelimde iken sözcükler.
Tereddütsüz
sevebildiğim bunca insan sözüm ona ihya edecekleri yüreğimi ihlal ettiler ya…
Daha şimdi
saniyeler öncesinde yolumun kesiştiği sayısız insan inançlarına ve sevgilerine
sadık bildiğim nicesi nazı niyazı bitmeyen hayallerime eşlik eden onca insan ve
işte geride bıraktıkları küflü nefesleri oysaki her birini nasıl da sığdırmıştım
minnacık yüreğime.
Az evvel isyan
ettim.
Az evvel içim
kanarken yaşlarımı da akıttım içime.
Az evvel yolda
hızlıca yürürken nerede ise bir arabanın altında kalıyordum.
Kalantor düşlerim
ve pekmez kıvamındaki hayallerim:
Bir otağı inşa
etmişken gök kubbeye ve kara melek orağı ile biçerken içimdeki tarhı ruhumdaki
tarlayı.
Takas edecekken
ruhumu.
Tasası elbet bana
düşen ne varsa adeta taslağı hayatın tahayyül edip de meylettiğim o müphem son
oysaki ben daha yeni başlamışken bir şeyleri anlamaya en azından yetemediğime
vakıf olsam da insanların nezdinde, hissettiğim hüzün müdür onların yatırım
yaptıkları?
Tekleyen yüreğim.
Pelte olmuşken
dilim.
Dilemması ve de
ömrün.
Aşkın sunumu ve
özlemin yürürlükten kalkmadığı asla ayağa kalkmayan sadece benim o haşin o
zalim imparator hayat denen sahnede başrolde iken sadece benim ödün vermeyen ve
ödülümü illa ki takdim edecek evren.
Acının rabıtası.
Revnak sözcükler.
Ötüşken kuşlar.
Örtüşen sözcükler.
Örtülü ödenek
misali iken sözcüklerim.
Ölümsüzlüğü filan
da dilemiyorum artık evrenden ne de olsa ölümsüzlük teşrif etti bir kere hem
yüreğime hem haneme ve duyguların köpürdüğü o minvalde ben ölümsüzlüğü zaten
sırtlandım hepten yaşadım ölümün neye denk düştüğünü öğrettiler bana ve
ambulansın siren seslerine karıştı hıçkırıklarım gel gör ki kimse görmedi kimse
duymadı çünkü Araf’ta baş başaydım yüce Rabbimle.
Derin dondurucuda
sakladığım umutlarım mı dersin?
Ya da hayallerim…
Dokunulmazlığı
ruhumun ve sefil bedenimin ve ben bedenim olmadan da yaşamayı başardım şu geçen
son iki senede ne çok öldüm ne de çok döndüm hayata sil baştan tıpkı annemin de
direndiği gibi ölüme.
Dirençliyim.
Annem de.
Dirayetim sınandı
ve geçtim sınıfı.
Sınıflandırmadığım
ahali ise tecrit ettiler beni harelerinden hanelerinden ve hep tekil kimliğimle
verdim mücadelemi asla karışamadım insan içine oysaki ne de çok sevmiştim koca
cihanı.
Mimlenmişken.
İmgelerimse
sırıtırken.
Ben nasıl nasıl
yazmam?
Yazdıklarımın
ertesi nasıl koşmam Rabbime?
Bol acılı bol
soğanlı değil bolca duygunun yüzü suyuna hürmetine ben nasıl tapmam Mevla’ma?
Ötenazi yaptığım
dünüm mü sadece işgal altında sanırsın?
Ya da hayatımda
geciken mutluluk için hesap mı vereceğimi sanırsın kendini bilmez gafillere?
Bak, bak, acıyı
ölüm geçe sona çeyrek kala bir çocuk daha ruhunu teslim etti sırada bekleyen
nicesi: bu mudur hak görülen elbet yüce Yaratan sonlandıracak bu amansız zulmü.
Bir rehavet ki
çöreklenen.
Bir rivayet olsa da
mutluluk.
İki kapılı handan
da kaçış yokken ve defalarca arka kapısından firar etsem de dönüp dolaştığım
yine kendim.
B/ölücü güçlerin
nidaları dinmeyen kahkahaları oysaki çocuklar ölürken gülmek ne kelime mutluluk
nerede kaldı?
Çocuk kaldığım
kadar çocuksu aşklarım.
Çocuk kalbimle
yaşarken annem ve hayallerim…
Büyümeyi reddetsem
de gözümde büyüttüğüm herkesten nasiplendim ve şimdi izniniz olursa az biraz
ağlayacağım ve dua edeceğim geride kalanlar da gitmesinler diye yalvaracağım
Rabbime ve ben geride kalanlardan biri olsam da direnmeyeceğim asla gitmemek
adına yol yakın madem…