Card image cap
Ben i̇stanbul'um



Göğün kelebeklerine konuşlu bir yası dillendiren maviden medet uman bir yanılgı.

 

Çer çöp dolu yeryüzü tüm beyitleri de gölgede bırakan bir yeis ile tanışıklığı mevsimin elbette süklüm püklüm gölgelerden bihaber hayaller ve Duvardibi’nde müşteri alan dolmuşlar elbette bagajlarında sancılı öyküler saklı tıpkı ısrarcı mevsimde şerit değiştirmesini bekledikleri öksüz kavşakların da sözsüz çığlığı iken mevsimin akan kiri.

 

Debdebeli bir yakarış geçiyor tutanaklara: yaşlı gözlerinde ölü kuşların cirit atan sinekler gibi yapışkan ve ısrarcı onca yanılgı.

 

Bir bebek özlemi ile ömrünü geçiren kadın.

 

Bir kadın özlemi ile içindeki neşeyi ihlal eden adam.

 

Bir adam özlemi elbette doğuran duygularda; adam gibi adam ve insan gibi insan arayışı satırlarda gezinen gözlerimde ne pırıltı saklı ne de kasıntı bir esinti ısmarladım mateme ve mahrem kaygılarımı sonlandırıp birer methiye diledim Tanrıdan az sonra kavuşacağım diğer yarıma taziyelerimi sunduğum ne de olsa iki yakam da iki yarım da bir araya gelmiyor.

 

Şebeke sitemi çöktü şehrin ve yaralı martılar açlığın verdiği acıyla dik açılar sunmakta martaval gölgelere.

 

Uçuşan kanatları düşük çünkü kuş olma vasfını yitirmiş her biri.

 

İnsanlıktan nasibini almayanlara söyleyecek çok şey var lakin sözcükler de dilsiz duygular da yalıtılmış olmanın ötesinde kardığım her günde illa ki canı yanacak ruhumun belki de ruhumu yok sayan her matem yüklü şarkı yükümü daha da ağırlaştıracak.

 

Ağrı kesicilerle ayakta duruyor ölü mevsim.

 

Ölüm dilleniyor ve ölüm deliriyor.

 

Tutuklu bedenler ve sarı benizli yürekler elbette karadan bozma bir yeis içini kundaklıyor düşlerin ve köstebek yuvası gibi şehir belki de İstanbul fazlasıyla kırgın ve haddinden fazla nazlı.

 

Nazi niyazı seyrüseferinde şehrin kaybolan ferine yanıyorum aşkın ve aşkın şehrine hüzün daha bir yakışıyor.

 

‘’Nerelisiniz?’’

 

‘’Neresinden İstanbul’un?’’

 

Soru zarfları kimliğimi sorguluyor ve düş gücüme yenik düşüyorum:

 

‘’Ben İstanbul’um.’’

 

Hazin tayfası ısrarcı ve katmerli gözyaşı.

 

Vapura binmediğim de bayağı oldu hani ve tutuklu olduğum yakasında şehrin diğer yakayı öksüz kılıyorum ve yetimliğime nazire yapıyorum boyutsuzluğunda duyguların hurafeler fink atarken şehri taşlayan bir yargıda varlığımı armağan ettiğim bir koşu/t belki de Anadolu yakası.

 

Göğün çapaklı bulutlarında kayıtsız bir rüzgâr.

 

S/alındığım kadar da kırgınım.

 

Kırgınlığımla özdeş bir şehir işte dünde kalan huzurlu ve sessiz İstanbul bizler o kadar hoyrat ve tatminsiz iken… üstüne üstük devasa bir şantiye alanı ve inşaat işçileri neredeyse nüfusu kadar şehrin.

 

Deprem öncesi bir telaş ve dualarımız İstanbul’la…

 

Ha sallandı ha sallanacak… Allah esirgesin lakin eli kulağında olmalı yine de ruhlarımızı sakin tutmaya meyyal bizler arşınladıkça arşınlıyoruz yorgun kaldırımları.

 

Unutulmuşluğun feri elbette.

 

Öznesi olmayan bir şehir de değil hani lakin şiir gibi bir şehir.

 

Gocunduğum filan da değil hani sadece eski tanıdıklarım çoktan terk etti şehri hatta bu dünyayı.

 

Meraklı b/akışlarla vapurlar düdük çalıyor.

 

Simit yemeyi de özledim ve martıları beslemeyi de.

 

Koşulsuz sevdiğim şehir ve ruh ikizim ne de olsa; hem sakin hem hırçın bir şehir, gözünü sevdiğim İstanbul ve de gözbebeğim.

 

Eve hapsolduğum günler ise dünün dolduruşları işe şehri hayallerimde geziyorum ve ne zamanki düşsem yollara trafikte geçen saatlerime y/anıyorum.

 

Belki de düzayak olmalı duygular ve de teşrif ettiğim artık hangi bucağı ise sefil şehrin.

 

İçimde kalan hangi ukde ise…İstanbul ile gideriyorum.

 

Zaaflarına yenik kim ise… ona bir İstanbul ısmarlıyorum.

 

Çehremde bulutlar ve bulutlarda İstanbul’un aksi…

 

Semalarda yaptığım yolculuğa da hep değmedi mi elim eline değmez iken sevgilinin ve sevgili kalmaya tek aday iken güzel ve yaralı şehir en azından yaralarımız ortak ve de masum bizim hayallerimiz göğün dahi tebessüm yüklendiği sıcak bir Kasım sabahından selam olsun İstanbul’uma…