Hercaisi sözcüklerin

Bir bulut misali konduğum

Omzunda saklıdır varlığım

Ve aşkın çeperinde yakan

Ve de yanan bir rüzgârım

Ateş misali…

 

Kor hecelerde sektiğim

Aşkın idamesi yürek iklimim

Ve sergüzeşt mısralar kalemin nezdinde

Giyindiğim bir mintan gibi meylettiğim

Aşka hâkim kılan yüce Rabbin eseri

 

Muştalanmış bir isyan rençperi aşkın

O mıntıka ki kapıp da koyuverdiğim kimliğimin

Endamında uçuşan sakar bir kuşun meali

Nasıl ki umutsa

Ve özgürlük

Şüheda mazime attığım her çentik

Yosun tutmuş hatıralara mağlup geldiğim

Yüreğin ve meleklerin seferberliği…

 

 

 

 

Asi/l bir renk bildim beyazı bir ömür bir o kadar masumiyetin ç/ağrısında saklı o çığlık.

Geri dönülmez bir yoldaydım hem örtüştüğüm acılardan bihaber.

Özgün bir ritmim vardı evet ama bunun dahi farkında değildim ve uzun bir süre de bu böyle devam edecekti.

Sözcüklerin rengi yok iken ve de belirgin bir hızı…

Ve işte yazmaya odaklandığımda her şey ama her şey başka bir boyut kazanıyor ne günü ağırlıyorum yüreğimde ne de ölümü.

Ne sağdıcım biliyorum yalnızlığı ne de önceme öykünüyorum.

Garip bir ruh hali alabildiğine saf ve sefil varlığımın durağanlıktan kurtulup müthiş bir ivme kazandığı.

Ben de bilmiyorum bu göreceli ve sıradan hayatın nasıl oluyor da sıra dışılığa meylettiğini.

Denize hem yakın hem uzağım ama deniz kokusu gitmiyor burnumdan.

Uzun ve sıkıcı ve boğucu bir yaz mevsiminin ardından kapılarda karşıladığım Eylül ise resmen pestilimi çıkarmışken ve bu sefer Ekim ayını dört gözle beklediğim yeter ki o kasvetli hava dağılıp yok olsun demeye gücüm anca yeterken…

Belki sıradan bir su birikintisi addedilebilirim.

Lakin içimdeki duygu yoğunluğu ve hayal gücü ile kırıyorum tüm zincirlerimi sadece tutuklusu olduğum hayatın fıtratına aşina kalburüstü duyguların da müptelası iken ve işte ve işte hizaya sokuyorum her kim her ne varsa bana ket vuran set çeken.

Adeta bir film çekimi ve sette alıyorum yerimi lakin doğaçlama oynadığım daha doğrusu bire bir yaşadığım ve işin doğrusu bir alıntı bellediğim önceki hayatımdan arda kalan o yoğun ışığın hala sönmediği…

Firar etmem gereken bir gezegen ve de bir beden.

Fedaisi olduğum sevginin kusurlu ve kuruntulu halleri her ne kadar geri dönümü boşluk ve hüzün olsa bile sevmekten geri duramadığım bir eksen bir minval.

Önem arz eden tek şey ve işte tetiğine basılı tuttuğum parmağımla kalemi ateşlediğim…

Ateşli bir hicvi var hem hayatın aslında durağan aslında sıkıcı.

Bir renk oluşumu gün ağarırken güne erken başlamanın kıvancı ve ilk işim annemin yanına koştuğum.

Günü belirleyecek olan elbet kader lakin dualarımı eksik etmediğim ve kederin üstünü örtüp atıfta bulunduğum.

Göğün çağrısından tutun da uçuşan kuşlara kadar her detayda her varlıkta içselleşen duygularımın akabinde hayal gücümle isimler ve kılıflar biçiyorum gördüğüm her canlı ya da cansız varlığa görevler atfediyorum…

Misal…

Evin değişmez misafiri hayatını yalnız başına sürdüren kumru: adını Rahatsız, koyduğum ve tüm günü benim koyacağım bisküvi kırıntılarını beklemekle geçiren ola ki bir başka kuş gelip de onun nafakasını yemeye başlasın hırçın bir ruh haline bürünüp resmen diğer kuşları acımasızca dövebilen sözüm ona çift gezinen kumrulara inat yalnızlığını dünya âleme duyuran.

Varlıklar.

Canlı ve cansız nesneler…

Her biri benim için çok özel ve bir şiire bir hikâyeye dönüşebilen ve işte ruhumdaki dinginliği gözlem gücümle ve yazabildiğim kadar koruduğum ve kendimle uzlaşmanın da tek yolu iken sevgi ve severek bana eşlik eden kaleme duyduğum büyük aşk.

Tütsüler yanıyor içimde.

Alametifarikası hayatın ve işte çapkın rüzgâr iş başında ki ayaklarımı yerden kesen ve dilaltım iken yazdığım kelebek ömürlü şiir ve yazılarım bambaşka bir çehreye büründüğü kendimi kucakladığım yetmezmiş gibi devasa kâinatı içime sığdırdığım…

Dediğim gibi: yazarak mümkün kılıyorum her birini.

Maneviyatın beşiğinde büyütüyorum iman gücümü adeta bir bebek gibi ve yine aynı şekilde bir bebek gibi sarıp sarmaladığım annem ve ben bir sürü şeyi aynı anda yapıyor olmanın verdiği huzur ve güven duygusuyla rest eçkiyorum olası kötülüklere rest çekiyorum ters giden ne varsa ve rastlaştığım her öğe beni bana sunuyor bir o kadar evrene doğru bir yolculukla her şeyi ama her şeyi mümkün kılıyorum.

İlham bir yaratı ise eğer ki…

İdam sehpamda yerleşik iken duygular…

Ve işte kalemi ipe çektiğim…

Ve işte salıntıda olan duygularımın boynuna geçirdiğim ip ile dünde saklı ne varsa bir bir döküp sayfaya ve istediğim ne varsa bir bir ifa edip hayallerimi gerçek kıldığım bir saha bir mecra iken kalemin izini ve gizini sürdüğüm ve sürgün edildiğim coğrafyalardan firar edip içimde ve evrende saklı cennete olan yolculuğumu gerçek kıldığım illa ki yazmanın nezdinde gerçekleşiyor.

Uydum sevgi.

Uyuduğum kadar bir ömür erken uyanan bedenime eşlik eden duygularım…

Normalde geç yatan geç kalkan biri iken her şeyin tüm dengelerin değiştiği.

Sözcükler benim silahım.

Sözcüklerim benim şiarım.

Sözcükler benim çocuğum.

Sözcükler benim ibrem ve ibarem.

Sözcükler ibadet eder gibi…

Sözcüklere iade-i itibarım.

Sözcükler sırdaşım ve sağdıcım ve çocuk yanım.

Sözcükler sağım solum önüm ve arkam ve sobe.

Sözcükler bazen soytarı bazen ahkâm kesen bazen saçmalayan bir mizansen.

Kıpraşan duygular nihayetinde infilak edip bir şiire bir yazıya mahal verebilirken ruhumun da yorganı ve yüreğimin çiçek bahçesi.

Kelaynak kuşlarından farkım yok iken ve işte göç mevsimime denk gelen kalemin ibrazı ve bir kuş gibi uçabilmenin ta kendisi yetmezmiş gibi kalemimle evreni tavaf ettiğim ve en başta Rabbime koştuğum ve kendimde bulduğum bu yazma c/esareti ile tanıdığım ve çok sevdiğim nice insan bir o kadar yüreğimin burkulduğu bir o kadar nutkumun tutulduğu ve bir o kadar…

Bir o kadar kendimi kolaylıkla sevebildiğim…

Bir o kadardan da öte:

Sözcükler ve kalem benim yansımam ve idare lambam.

Efkârın bam teli.

Aşkın neferi.

Hüznün feri…

Ben böyle çok iyiyim…