Terk edilmişliğim müspet menfi tınısında, yorgun anlamlar yüklüyorum belleğime ve gerçekleştirdiğim tüm eylemlerden de almışken nasibimi efkârla yâd ediyorum dünümü.

Sahi, rüştünü ispatlamış mıydım kalemimin?

Hani, hani, üstü örtülü düşlerimi gerçek kılmış olmama duyduğum inançla yoksa bir hayal miydi son on yıldır gördüğüm?

Sözcüklerle aram hep iyi olmuştur ve sanmışımdır ki: insanlarla da aram çok iyi pekiyi demenin bir özeti midir yoksa her arkasını dönüp gidenin ardından döktüğüm gözyaşı ve içimde süregelen o s/onsuz isyan?

Soru cümlelerinden ibaretim epeydir asla cevabı olmayan…

Öğretmenlik titrime yenik düşmüş de bir öğrenci iken…

Yarım asrı devirdiğim ömrün son çeyreğinde de aklımı peynir ekmekle yemişliğim ile gurur duyduğum kadar ilk yarısında ömrün şimdilerde kelamın da üstünde durduğum şu son on yılın özetini de kapsarken yazdığım binlerce yazı ve şiir ve işte dünyada tek kıskandığım iken kendimle verdiğim mücadelede hep yenik düşmemin de ertesinde tüm hayallerimden ve duygularımdan feragat ettiğim…

Ruhumun manivelası.

Yüreğimin mafyası.

Merdiven altı duygulardan değil kat çıktığım basamaklarla iştigal ve bir adım sonrası:

Gerisin geri gittiğim ve içine çekildiğim o endamlı hortum.

Özverimle ve ön sözünde şiirlerin…

Ötenazi yaptığım iken içimdeki çocuk…

Ve işte son bir yıldır annemle değiş tokuş yaptığım kimliğim ve bilfiil anne rolünü üstlendiğim oysaki annem beni defalarca doğurmuşken bense kıyıda köşede kalmış ne var ne yok tıkarken ruhumdaki kirli sepetine.

Ahkâm kesenlere de minnettarım hani ve işte günlerdir delicesine esen rüzgârda hala uçmamış olduğumun da ispatıdır gergin ruhumla gergin bir ipte yürümekten de öte tepe üstü düşmemin de bir esintisi iken içimdeki girdap.

Sökün eden bu değişken haletiruhiyem hani günü gece geceyi gün bildiğim…

Ruhumun sandığının tozunu bunca yıl almamışken varsın olsun tozu dumana kattığım yılların da uzağında kalayım ne de olsa en bariz tuzak iken kendim, kendime…

Harı duyguların ve kantarı ve katarı.

Bir katarsis iken yazma eylemi şimdilerde bir işkenceye dönüşen ve yakamdan eksik etmediğim Atatürk rozeti dünde kalan birkaç insana da dert olmuşken…

Dert mi yok dertleneceğim üstelik çok geride kalsa bile dermanını da Allah’ın verdiği…

Dert mi yok demleyeceğim ve işte koyu deminde ömrün bir mizansen bellediğim hayatın yıkık iken insanlarla kurduğum köprülerin ki tek köprüyü yıkık bilmişken meğer ben ve sevgim ve sevildiğim nasıl da bir hayalden hatta binlerce hayalden ibaretmiş:

Sesindeki soğukluğu ve mesafeyi anlar gibi olsam da üstüme alınmadığım nice insan hem de çok sevdiğim ve sarıldığında donuk bir ruh hali ile sırtımı bile sıvazlamayan sevginin pervazında seken bir serçe olsam ne ki alıcı kuşların her zerremi yağmaladığı…

Kırık dökük bir mabetten arda kalan nice yıkıntı ve tüm gücümle yeniden inşa ettiğim hayatım aslında yeni hayatım çünkü anne-kız rolleri değiş tokuş ettik ve ben her halükarda mutluyum ve şükür doluyum yeni titrimle ve evet, ben artık annemin annesiyim daha doğrusu annem benim tek sevdam ve sahip olmadığım bir çocuğun yerini alan ve yerini de kimsenin dolduramayacağı gerçeği ile minnettarım Rabbime.

Bir sitayiş belki birden fazla insanlardan bana yansıyan.

Sitemden de öte beklentilerinin gerçekleşmediği çünkü annemin son yoğun bakım macerasında otuz beş gün direnmişken de annem Azrail’e ve de ansızın hâsıl olan o mucize ve evet, annem artık servise çıkmışken.

Bilip bilmeden kırdığım tek insan olmadığını iddia edebilirim benim kırıklarımsa say say bitmez ama ben saymıyorum sadece şükrediyorum Allah’a çünkü pek çok insan beklentisinden dilediğini bulmadı ve her nasılsa annemin bu savaştan sağ çıkacağını değil düşünmek nasıl da emindiler ve de arzulu, annem evine gerine dönmeyecek diye.

İtirafı zor ama doğru.

İçimde ukde kalan binlerce kırıntı.

İsyanın eşiğinden döndüğüm ve yüzümü Rabbime ve hidayete döndüğüm…

Kök söktürense nice insan hem de en yakınlarım ve annemle bir başımıza kaldığımız yorgun hastane güncemiz.

Ne kadar şükretsem azdır Rabbime ama ben içimi asla bozmadığım gibi bozuntuya da vermedim bir şeylerin yolunda gitmediğini kolayca kabullenmesem bile asla da kabullenmemişken annemin gidici olduğunu kimse bas bas bağıran bağrımdan kopan acılarla ben şükrümü ve dualarımı ördüm ve gördüm de gerçekleri ve bir kere daha anladım biz insanların ne kadar aciz ve sahtekâr olduğunu.

Koşulsuz kabullenmişlerdi oysa.

Kayıtsız koşulsuz da sırt dönmüşlerken…

Bense her gün yoğum bakım kapısında nöbet tutarken doktorlardan alacağım en ufak ümit vadeden haberin beklentisi ve umudu ile de asla bozmamışken içimi…

Ben gibi çok insan tanıdım hastanede.

Beni bana uzak kılan yakınlarım ziyadesiyle en büyük zulmü gerçekleştirmişken beni bana yakın kılan nice hasta yakını ile gönül bağı kurdum…

Ve kaldığım yerden kaldığımız yerden devam ediyorum ve edeceğim de Allah’ın izniyle.

Kalemimi en arka plana attığım bu son bir senenin yorgunluğunu da alt etmekle iştigal hüznümün rüştünü de çoktan ispatlamışken kalemimin rüştünü ispatladığıma emin olduğum zamanların çok ötesinde de yeni bir başlangıç yaptım işte:

İki arada bir derede yazmak kolay değil ama zorlandığımdır da hani kalemimin benden millerce mesafe uzağa kaçmış olmasının yanında sahip olduğum onca derdi de dünde bırakma gayreti ile yaşıyor ve yazıyorum.

Azımsanan yüreğimi çoktan sunmuşken Rabbime…

Azımsanan dualarımı Rabbim bilir ve kabul etmişken.

Dua etmekten vazgeçmeyeceğim gibi yazmaktan da vazgeçmeyeceğim ve bu aralar hayli inişli çıkışlı olsa da rotam azığımdır illa ki sevgi, umut ve iman gücü ve işte bu üç olgunun rölantiye aldığı yazma eyleminden azıcık ayrı kalsam bile gelecek günlerin ve gerçekleşecek hayallerimin ışığında kanıksadığım yeni titrimle koşuyorum Rabbime ve evet, ben artık çocuk değilim ve annemle şimdilik değiş tokuş yaptığımız sıfatlarımızla bir arada olmanın verdiği huzur ve güç ile de devam ediyoruz yolculuğumuza…