Card image cap
Bekli̇yorum ni̇san yağmurlarini

Bir reverans ise rivayet öncesi mutluluğa damga vuran karanlığın gölgesi çoktan firar etmişken yürekteki kapının aralığından…

Gönülden gelense gönülsüz yaşamanın öncesi

Sözcüklerse kat çıkan hayallere

Meyleden umudun içinde kalan son ukdesi…

Bir parantez açıyorum geceye ki Şimal yıldızından dökülen yıldız tozlarına bulanıyor üstüm başım ve pervasızca sevip yaşadığımdan öte bir mizansen diliyorum Mevla’mdan en azından kalplerin önündeki perdeyi azat etsin diye fani kullarından…

Uleması ömrün ve en muhterem gizemle örtündüğüm…

Hoşlukla iştigalse ruhum boşluğa düştüğüm hangi uğursuz vaktin uğultusudur kulakları sağır eden?

Ağırdan alıyorum hayatı ve ağır satıyorum içimdeki pervasız rüzgârı: kimse ağırsın ve de molla, demelerine binaen bilmiyorlar da yüreğimdeki hafiften esen huzuru.

Vicdanım rahat madem lakin yetmiyor.

Aşka meylettiğim domdom kurşunu belki de aşkla örtüşen kimse yanından dahi geçilmiyor…

Geçemezken hayattan gitmelere dair şarkılar söylüyorum sessizce ve gidenlerin ardından kapatıyorum kalbimi yeni geleceklere yine de yine de…

Acımdan ölmesem de kurşun ağırlığında hava ve niyazımda saklı en hazin güfte elbet ellerimken şiire bulaşan kaypak gölgelerden kaçan mizacımla yenik düşüyorum sefil düzene.

Mevsimsiz bir yağmur ve baharın ortası ve elimde olmadan heyecanlanıyorum ne de olsa Nisan’ın eli kulağında ve sandığımda saklı tüm tasları ve örtüleri seriyorum bir bir elbet kimyası aşkın elbet müebbet yediğim hüzün rüzgârı ve bekliyorum Nisan yağmurlarını en çok da dolsun diye ağzına kadar Nisan tasıma bağdaş kurup da beklerken Tanrının yağdırıp yağdıracağı en muhteşem sağanağı ki…

İçime akıttığım göz yaşlarım yetmedi mi…

Şiirleri demlerken ıslanan kâğıdın buruşuk sözcükleri…

Sevgiden yana kasıtlı kimse benden haz etmeyen…

Kalp gözümle kürediğim evren ki nihayetinden beni benden eden…

Aşka bağdaş kuran kelamı ve selamı gökyüzünün nihayetinde dalıp da gözlerim kaybolduğum rahmetin öncüsü elbet İlahi Aşkın ateşi en devasa hikmetle eşleşen ve hangi kulsa yüreğimi teslim ettiğim asla da yetişemez hızına İlahi Ateşin en çok da yanmaların meali hıçkırığım ve tuzlu yaşların kuruttuğu şu boş sayfada boy veren filizler ve renk renk çiçekler elbet kimselerin görmediği ve deli gibi yazdığım sür manşet imgeler.

İhbar ediyorum içimdeki yetimi.

İmha ediyorum yazmaya durduğum öksüz sözcükleri.

İhya ediyorum yüreğimi acılarla ve açamadığım kadar yüreğimi teslim olduğum Mevla’ma.

Gün hüzünsüz geçmezken.

Hüzünse aşkla beslenen.

Aşkın girift yollar ve rahmetin albenisi…

Latif bir mevsim: lütfedilen güzelliklerin bestesinde sökün eden şiirler iken önümde uzanan yol ve kısık ateşte pişen yüreğimin şimdilerde kavrulduğu o devasa ateş ve dev adımlarıyla yürüdüğüm bir istikamet ki mahşeri kalabalığın bekçisi iken makberime ulaşma arzusu ne de olsa yeni acılara artık yer yok yüreğimde ve açmadığım kadar açıyorum yüreğimin perdesini elbet kara duvaklı gecenin nihayetinde feveran edip içimdeki yalnızlığı kırbaçlayan tok sesiyle uyanıyorum yattığım ölüm uykusundan…

Hala yaşayabiliyorsam vardır bir nedeni ve dokunulmazlığında acıların, gizemin tokasında saklı bir perçemde vakıf oluyorum ışıltılı yolun çağrısına ve tüm hızımla koşuyorum bir bilinmez ki çok tanıdık ve tek bilindik duygu iken havarisi ömrün sefer tasımda biriken hüznü de ekiyorum ardımdan en çok da Nisan yağmurlarına öykünüyorum ve yeni bir öykü dillendiriyorum Nisan’a kanat açan yüreğimde saklı miski amber kokusuyla İlahi Sırdaşıma gülümsüyorum…