Bir imla hatası olmasını temenni ediyorum tüm kötülüklerin ve zulmün ima gücünden de öte imha edilmesi gerektiğini şerh düşüyorum umuda b/andığım günü göğsümdeki yeli savura savura düşlerimi.

Renklerin ölgün gücü bir renk cümbüşü addedilen duygu familyasında saklı yasın dahi iz düşümü umuda ve coşkuya sunmakla eş değer sözcüklerin vurucu gücünde saklı o ansızın beliren tebessümden aldığım keyfi de hiçbir şeye değişmeyeceğim…

Köpüren zamanın hoyrat dalgalarında saklandığım…

Her sancılandığında şafak şakağıma dayadığım kalemin namlusunda saklı parmak izim.

Hüznün devasa yokluğunda ömrün belki de karın tokluğuna dahi aldırış etmeden ömrü de hayalleri de delicesin güttüğüm…

Ah, şarlatan yüreğim.

Metruk hecelerin sefasını süren aydınlık gülüşlerim.

Ne ibaresi saklı dünün ne de kayıtlara geçtim ölü güdülerimin fıtratında çağlayan sözcüklerle teselli bulduğum.

Bir maruzatım var ya da yok.

Kıblemdeki tok sesi sevginin.

Kararan göğün tebaası sökük kibirli sevdaların bedduası ve safça sevebilmenin de doğası iken masumiyetin akça pakça çağrısı.

Ağdalı kelam.

Yitik meram.

Yatıya kalan hüzün.

Doruklarda esen yelin savurduğu göğün busesi iken sözcüklerin varsa yoksa aşka konuşlu olduğu.

Sağım solum hicran, muallim ve sensin ket vuran bu isyanıma:

Namert d/okunuşları değil ahvalimin bilakis göğsümü gere gere sevmelerin muadili iksirli sözcüklerin tevekkül yüklendiği kadar gönlün sınandığım kadar kollarını sıvadığım dirayetin iz düşümü.

Mağlup kaygılar durağında beklemede iç sesim ve ruhun altına takoz koyduğum ayaklarımın altından kaybolan zemin ve mermer mezar başlığım sandığımda saklı sevincim de neşem de çalındığı kadar mağdur kılınsam da devasa bir umut yelpazesinde serinliyor gönlüm.

O’ dur yüreğime ferahlık veren.

O’dur kaynayan kazana soğuk su katan.

O’dur kimliğimi sunan af eyleyen ve rahmeti sonsuz nidaların ve fısıltıların nakşettiği kıblemde esen rüzgârın soğuk yıldızların da kayrasında saklı tuttuğum çocuk yüreğimden kopan her acıya merhem olan.

Rabıtası yok mevsimin.

Emsalsiz sözcükler ve diri kelam ve dingin yüreğime su serpen.

Atlattığım nice badire, muallim ve basireti b/ağlanmış bir kere gülücüklerimin:

İçimin lahzasında…

Seken kuşun kırık kanadında…

Hazan ertesi düştüğüm yoldan da yok iken dönüşüm.

İklimlerle avunuyorum ve saf tuttuğum safiyette afalladığım kadar kâhinin buyurduğu her kehanette…

Aslı astarı olmayan nice söylemden uzak yüreğin tutsaklığı aşka nasıl ki kutsal ve işte coşkum kâh söner kâh büyürken kazandığım farkındalıkla kaderime razı yüreğin küpeştesinde sevdalı yıldızlar iken eşlik eden ve rengi ölgün iklimden seken her yapraktan nemalanıp raks eyliyor iç sesim.

Kuşkonmaz pasajında.

Düşpalas sözcüklerin yalnız kılmadığı satır aralarında.

Ruhumun delindiği o karanlık dehlizde.

Sükûnet dileyip zuhur eden her felakette.

Yolum her ne kadar açmaza düşse de…

Başım dik asla da düşmezken öne…

Ve sadece O’nun katında ve dergâhında kıldan ince…

Hasat zamanına denk düştüğüm ömrün eş güdümlü duyguların ve hasretini duyduğum her kimse azat edilesi yüreğimin de merhalesinde saklı iken kıyama her durduğum elbet dualarımın da kabul buyrulduğu gerçeği ile öteliyorum acıları önsezilerimde saklı kıvılcımları yüreğin buğrasında konuk eyleyip devasa bir yangına dönüşen iç sesimle tebessümler ekiyorum ömrün kayrasında dur durak bilmeden iz sürdüğüm iman gücümün ve aşkın semada saklı dualarıyla annemin beylik sözcüklerden değil beyzade iklimden hiç değil sadece hüzünlü kalbimin nakşında solan dünün na’şı ile sekiyorum yarının güvertesinde kıyıya vuran bir balık gibi ölümle temaşa ettiğim hazanın tarifesinde…

Sığınağım.

Sadık kaldığım yüce Huda.

Sağdıcım aşk.

Solumda yorgun dünlerin kavruk sesinde sızlayan bir renk misali ansızın doğan güneşin turuncu lahzasında ve gece oldu mu gökte devinen mehtabın kor sevdasında varsın olsun kördüğüm olsun yüreğimin nazının geçtiği her duygu ve işte duaların gücünde serildiğim huzur ikliminde yeniden doğuyorum.

Meali yanık türküler mi istersin, muallim?

Yoksa karatahtanın başında üstüm başım tebeşir tozuna bulaşmışken yaşadığım coşkunun rahmetinde eşlik eden çocuklar mı istersin?

Taban tabana zıt olduğum günümüz dünyasının çalkantılı nazında saklı bir resim midir yoksa içimde kalan onca ukde?

Ve işte deştiğim kadar gönlümü dalaşan köpeğin kuyruk salladığı yavuz hırsız mıdır yüreğimin sahibini bastıran.

Kelamım yitik be, hafız meramım diri lakin…

Dinginliğe uzandığım her ezan vakti her yuttuğum lokmaya ettiğim şükür ve işte bir renkten düşüp de yola karardı mı yer gök…

Davam belli.

Dimağımda saklı binlerce keramet.

Dilim yaralı yüreğim de.

Varsın olsun ölüm olsun sözcüklerin ve kalemin son dileği.

Taşlanan sözcüklerden değil taçlanan ruhumdur aşkın ima ettiği yerin göğün birbirine kavuştuğu ufukta saklı tuttuğum atim ve ikbalim ve üstüne ant içtiğim.

Yanık kokusuna aldanma ve sen daha da fazlasını yak içimden geçenin dilemmasında sökün eden binlerce kıvılcımlardan da nasiplensin bu büyük yangını yüreğin.

Muadili olan olmayan varlığımdan çıkıp da yola hiçliğimin sarmalında huzura kavuşma ve Rabbime koşma telaşımla mazur gör içimdeki hüzün denizini ve hüzünlü kalbime sırdaş ve ortak hangi duyguysa tut elimden tutumsuz sevgimle daha çok sevebildiğimin de müjdecisi iken üstüme yağan nur ve rahmet bil ki; ben de senin kıvançla yaşadığın ve yaşattığın kadar coşkuyu ve bilgiyi, saf tuttuğumdur iman gücümden aldığım güç ve huzurla bilginin ve inancın büyük tınısında seken kör kurşundan ibret alıp ibraz ettiğim engin sevebilme ve öğrenme yeti’m en çok da yetim kimliğimle başımı okşayan merhametli elin ve de annemin duasına muhtaç iken…