Kibirli bir mevsim adeta geçiştirdiğim günlerde takılmışlığın minvali. Salkımsöğüt acıların devasa tanısında beni seven bir Tanrının özlemiyle, sekteye vurulduğum her an’ı illa ki meleklerin kayıt altına aldığı.

 

Cebim delik ve parmaklarımdan yoksunum ve bunun faturasını illa ki kadere çıkarıyorum.

 

Özgür hissettiğim bir gün ertesi sanırım kendime verdiğim söze ihanet etmenin bana yüklediği bir rehavet.

 

Sözcük arayışım da sonlandı ne de olsa sözcükler benim peşimde ve ben, yeni bir ben olma ümidiyle sayfaların tozunu attırıyorum.

 

Plansız programsız bir güne dâhil olacağım beklentisi ile kalemimi özgür bıraktığım öncekinden de fazlaca özgür ne de olsa bir beklentim kalmadı artık hayattan ve yazdıklarımın okunma ümidinden de yoksunum artık. Dizginlemiyorum ilk kez sözcükleri yoksa ilk kez deyip de kendimi mi kandırıyorum tıpkı bir ömür kandırdığım gibi.

 

Sevgiden filan da medet ummayacağım diğer yandan ne de olsa beni çok sevdiğini söyleyen kim varsa hayatımda sabit kalacağına hükmettiğim, çoktan ç/ekip gittiler.

 

Güzergâhımda delice bir huzursuzluk belki de günler evvel okuduğum bir kitabın beni fazlaca etkilemiş olacağından muzdarip, kitabın yazarı ile etkileşim kurduğum ve onun sanrılarına ve düşüncelerine bu kadar yakın durup yine bilfiil ilgili kalemin korkularını yüreğimde büyüttüğüm…

 

Ölüm gibi devasa bir lanet anmadan adını geçemediğim o korku tuzağı hele ki ailemin yaşadığı sağlık problemleri ile ensemde hissettiğim o kötü kokan nefesi ölüm meleğinin.

 

Belki de ölmesi gereken benim, deyip başka bir şey demediğim ve ölmeyi bilfiil dilediğim yine de bu korkuyu sonlandırmak adına hayatıma ellerimle son vermek isteğine yenik düşmemek adına hayli çaba sarf ettiğim.

 

Böyle olmasını elbette istemezdim… demenin nesi kötü olabilir ki hem?

 

Tanrının vereceği kararı aceleye getirip bir an evvel uzaklaşmak istediğim bir dünya üstüne üstük tüm dostlarımın, arkadaşlarımın beni terk ettiği bir ömrün güncesinden de fazlaca sıkıldığım.

 

İklim çok nazlı lakin ben öfkeliyim en çok da kendime belki de kalemimle ile iken tüm alıp veremediğim ek olarak kendimi fazlalık ve bir yük olarak hissetmeme vesile olan sayısız insan ve tepkisizliklerin maruz kalıp en güzel cezalandırma yöntemiyle şereflendirildiğim.

 

Sebepsiz ne çok kırgınlık.

 

Durduk yere hâsıl olan bir düşmanlık ki beni kendilerinden çok uzağa fırlatan bunca insanı nasıl da kendime yakın hissetmiş ve aralıksız şükretmiştim Yaratıcıya.

 

Sessizlik ve umarsızlık iken payıma düşen iç sesimin çıldırma noktasına gelip bir şekilde isyan bayrağını açtığım üstelik çaktırmadan kendime ve Tanrıya bunu yeni yeni idrak ettiğim ve benim acılarımı, yalnızlığımı idrak edemeyenlere de bir tür savunma mekanizması geliştirip sonumun da artık hazır olduğu gerçeği…

 

Köklü bir değişiklik en çok ihtiyaç duyduğum ve kökümü saldığım edebiyat çınarına en yakın dal iken yapraklarımı aralıksız döküp gözyaşlarımla da kendimi kendi ellerimle cezalandırdığım…

 

Kim bana kendimden çok zarar verebilir ki?

 

Eminim ki; bunun cevabını duymak istemezsiniz.

 

Kayan biz emin ayaklarımın altından ve başım dönerken fıldır fıldır düşme tehlikemi artık kaçınılmaz olduğu.

 

Çok insan ve sayısız dost yitirmiş bir insanım ben en çok da onlara ihtiyaç duyduğum dönem terk edildiğim…

 

Sayısız kere kendimi darağacında sallandırmak istedim üstelik ve bu duyguyu belki yüzlerce yaşadım özellikle şu son beş yıl içerisinde.

 

Ölümü en çok hatta tek hak eden benim ve bunu en az benim kadar Tanrı da bilmekte.

 

İlk çıkış tarihi bu düşüncemin şöyle bir geriye baktığımda yazmaya başlamazdan önce girdiğim çıkmaz sokakta can dostuma sarılıp beni terk ettiği dönem.

 

Korkulardan korkmak nedir bilir misiniz, sevgili okuyucum?

 

Ölümden korkarken bir an evvel de ölmeyi dilemek nedir bilir misiniz?

 

Hayatı sevmek de bir yeti ve ben bu coşkuyu aralıksız barındırdım yüreğimde özellikle yazmaya başladıktan sonra kalemimle yaşadığım aşk buna vesile oldu bir o kadar hayata aşk ile bakmak yine kalemimin marifetidir.

 

Aşk… çok sıradan bir duygu gibi gözüken ve sadece iki kişi arasında yaşanan bir tebessüm gibi…

 

Aşkın bir ilham gücü olduğu çok aşikâr hele ki aşkın sınır, mekan ya da yaş gibi mefhumlardan da uzak olduğu belki de ben iken aşka bu imkanı veren.

 

İzafi ne çok duygu ve somut hale getirmek adına her gün yazıya döktüğüm boyutsuz duygu dünyam belki hayallerim gerçek addedilirken belki de hayallerimle avunduğum yeter ki kimse acımasın bana…

 

Aşk, diye çıkıp da yola gelen yorumlarda vurgulanan o sözcük: karşılığı varsa aşkın sen zaten mutlusun. Peki, ben sayısız aşkı yüreğime sığdırıp muhataplarının bundan haberdar olmadığı bir ömrü su gibi içmişken doya doya…

 

Ve mucizevî bir son nihayetinde İlahi Aşkın dokunulmazlığında Rabbime duyduğum o muazzam aşk ile iyice ötelenmiş bir dünyadan firar edip sadece Rabbime kavuşmak istemim ve bu dünyaya ait olmayan bir ölümlü olarak, bu dünyaya geliş sebebimi aralıksız sorguladığım ve mutluluğa başka yollardan eriştiğim.

 

Durduk yere yazdığımı sanmayın hani ne de olsa kaleme beslediğim aşk da karşılıksız bir sevda masalı ve bu vesile ile insanların yüreğine konuk olduğum belki de sevileceğimin ümidi ile kendimi kandırdığım.

 

Oysaki sevgili dostlar oysaki… sevgi çok ucuzlatıldı günümüzde ve görünürde herkes birbirini seviyor ve dillerinden de düşmüyor asla insanlığın ve sevginin ve aşkın ve elbette dostluğun bire bir gerçek olmadığına vakıf olduğum ve yalnızlığa teslim olduğum da bir gerçek iken yine de yine de…

 

Ben aralıksız seviyorum ve fire vere vere kendimle yüzleşiyorum elbette kalan parçalarımla.

 

Muktedir olduğum hiçbir şey yok ki.

 

Muteber bildiğim her şey ise çok uzağımda ve ben sadece uzaktan seyrediyorum ya da onlar beni uzaktan dikizliyor.

 

Yol yorgunuyum ben ve sevmekten yorgun ama yazmaktan hala bıkmadığım ve kendimi alamadığım ve bu bile bir suç olarak addedilirken biliyorum ki boşuna yazıyorum. Yine de İlahi Aşkın çağrısına icabet edip sevgimi ve coşkumu sürekli kılma çabasıyla çuvaldızı da kendime batırıyorum.

 

Bir rehavet çöken benliğime.

 

Bir rivayet aslında mutluluk.

 

Ve de bir şehir efsaneymiş yazan kalemin sahibinin mutlu olacağı hele ki yazdıklarımı görücüye çıkarıp da o bekleme süreci yok mu ve illa ki kendim cezalandırıyorum ve de suçluyorum:

 

‘’Yeteri kadar iyi değilsin, Gülüm ve yazdığın her şeyi de yüzüne gözüne bulaştırdın bir ömür de neye el attınsa yarım kalan her şey yine senin zavallılığından ileri gelmekte.’’

 

Yazma dürtüsü beni ihya eden ve sevgi olarak bana geri dönecek olacağı beklentisi ne zamanki duygularımı okuyucuya sayfalar nezdinde sunayım.

 

Seviyorum ben insanları bir şekilde yanıltılsam da karambola gitse de hayallerim ve geriye dönüp baktığımda bir şekilde sindirilsem de suçlansam da seviyorum işte.

 

Selam vermek istediğim çok insan oluyor gün boyu üstelik tanımadığım yolda rast geldiğim ne çok nur yüzlü insan ve ben bunu karşılık beklemeden sunuyorum insanlara bir de karşılık aldım mı yok benden mutlusu işte.

 

Yakınlarımda süre gelen çokça ihanet ve nefretle içli dışlıyım ve sebepsiz yere benden ve ailemden nefret eden insanlar var adını sanını bilmediğim ve bu nefretin sebebini de asla öğrenmek istemediğim.

 

Annem yoğun bakım ünitesinde yatarken konuştuğum hastane duvarları…

 

Kardeşim hastalığının pençesinde iken kendimi iyice yitirdiğim oysaki ben insanlardan asla çok şey istemedim.

 

Ve tek çıkış noktası; bu dünyayı bir an evvel terk etmem gerektiği gel de bunu anlat ailene ve insanlara zaten yeteri kadar ipucu sunuyorum gündelik mevzularda bunu düşünmem bile sakıncalı iken nasıl dile getiririm?

 

Tam tersi de çok olası ve yaşamayı da hala sevmekten vazgeçmediğim gelin görün ki sevgisizliği ve tepkisizliği çoğu insanın bir noktadan sonra dayanma gücümü sonlandırıyor.

 

İmgelere sığınmak çok kolay.

 

Oysaki her şeyin çok da basit bir sunumu var.

 

Sadece sevgi ve iyi niyet ve dostluk denen ışığın asla sönmediği iyi de bir kez bile parlamadan sönme ihtimali dahi yok.

 

Sevgiden yana tüm derdim ve bir ömür de bu, hep böyle oldu lakin sevgisizliği geçtiğim gibi son yıllarda tepkisizlikle cezalandırılmak illa ki payıma düşen.

 

Azıcık psikoloji bilgim varsa adım gibi de eminim hani tepkisizliğin en büyük tepki olduğu.

 

Yine de alıştım artık, demek gibi bir gaflete düşmeyeceğim gerçi insan toprağına bile alışıyor ama.

 

Dostluk bir sevgiyi ve inancı bölüşmek.

 

Sevgi ise paylaşarak daha da çoğalan.

 

Aşkın tezahürü zaten içimizdeki minvalde saklı ve ne zaman ki geç emri verelim biz aşkla zaten kendimizden geçmiyor muyuz?

 

Böyle olmasını asla ben istemedim ve bir ömür kimse kırılmasın ve sıkıntı olmasın diye de susmadım mı…

 

Susma yeteneğimi büyük ölçüde yitirdim ve başıbozuk düzende varsın artık ben konuşayım yüksek sesle.

 

Kızgın ya da kırgın.

 

Yarınlara dair çok şey yok heybemde hele ki ben günümü bile an itibariyle yitirmişken…

 

Hayatım mücadele ile geçti sadece içimdeki sevginin kalıcı olması adına mücadele verdim ve mesleğimi de sevdim hatta aşık oldum ve tüm iyi niyetimle yakın durdum insanlara ve ne yazık ki artık ben herkesi uzaktan seviyorum ve kendimi de sevmeye çalışıyorum.

 

Bu, bir sınav ve son altı yıldır yazarak tabi tutuluyorum hayat denen sınava ve de ailemle sınanarak içimdeki potansiyel güç sürekli ivme kaybediyor.

 

Gücümün tükendiği ortada ve kalemin de yorulduğu tıpkı yüreğim gibi lakin kalbim durursa ve yazmazsam benden geriye hiçbir şey de kalmaz gerçi hiçliğimle yaşadığım da aşikar iken sanırım ben sadece kendimi aldatıyorum yaşadığımı sanıp.

 

Dediğim gibi, sevgili dostlar…

 

Ben asla fazla bir şey istemedim hayattan ve insanlardan.

 

Sadece sevgi ve anlayış.