Müptelasıyım gülüşünün: endamlı bir
sözcük iken aşkın kavisi ve dinmeyen hevesi ve özlemi.
Elem kuşlarından sorun beni: onulmaz
bir yarada bir iklimde saklı iken hayallerim.
Düşlerimin ve sevdiklerimin
mağduruyum.
Bir iklim ki bir şiirden diğerine
seken.
Bir hüzün ki; dikişleri sökülen
yüreğimin cebbar neşesi.
Muhalif olduğum illa ki: içimdeki
sayaç ve rüzgârın esintisi.
Mağdur ya da mazlum olsam ne ki?
Evreleri yok hüznümün ve ertelediğim kadar hayatı ve mutluluğu ansızın da
devreleri atan yüreğim.
Bir tıkaç ise imge.
Bir şiirse şehre şerh düşen.
Ve evet: şiirlerden sektiğim şehri
İstanbul: belki dünde kalan Lale Devri belki içimde saklı gül bahçesi.
Açtığım devasa bir parantez
yapraklarım her döküldüğünde solmaya ramak kala ve güneşi çağırdığım aslında kâinatın
beni çağırdığı elbet duygular tabanları yanan ve düşünceler zihnimin asla bir
oyunu olmayan.
Önünü alamadığım bir coşku bir sevgi.
Özrümse umut.
Önsezim ve öz verim.
Belki de romanımın ön sözü.
Şakıyan bir kuş bir dağ lalesi belki
de esen meltem aşkın hicretinde saklı iken özlemin hicvi ve kendimi sevmekten
ve yazmaktan alamadığım.
Kusursuz bir Mümin olmayı nasıl
isterdim ve yürüdüğüm yolda neye baş koyduğumu biliyor yüce Mevla.
Bir esinti susan.
Bir emare dünde kalan.
Bir hezeyansa insanları ve nefislerini
tetikleyen…
Damlalar önümdeki kâğıda damlayan.
Dar ve uzun koridorlar volta attığım
elbet usumun marifeti.
Bol keseden sevdiğim ve yazdığım ve
yaşardığım ve yeşerdiğim.
Yaş alsam da yavaş yavaş.
Yas alsam da hızlı hızlı.
Yasa bildiğim ve iz düşümü içimin
bazen nidaların sustuğu bazense sessizlik iken en yüksek ses ve gürültü.
Mabedim isli.
Yarenim süslü.
Yâd ettiğim mazim gururlu.
Hikmetin alası ve Rabbimin sunumu en
çok da öykündüğüm bir an ki yine içimde saklı ve bodoslama salındığım şu efkârın
ütüsüz mintanında ben ümidi de elden bırakmadığım.
Şehir efsaneleri var ne yazık ki
insanların inandığı.
Bir kehanet belki de mutluluk ya da
bir detayda can bulan ve hasret çektiğim kim/ne ise uyruğum elbet insan elbet
Türk.
Bir manifesto şehrin cıngılı ve işte
elimde sancak öndeyim ön saftayım siperimdeyim illa ki şerh düştüğüm güne,
geceyi kucakladığım bazense yüreğin kundaklandığı bir şiirin öncesinde.
Öncem ve ikbalim.
Sonram ve yalnızlığım.
Ve andaki mevcudiyettim.
Bir rabıta bir dilemma belki de bir
sağanak ansızın ıslandığım yüreğimden firar eden damlalar ahmakıslatanın
azizliğine uğradığım.
Hazan çeşmesinden damlayan heceler.
Kekelemeden sevdiğim sözcükler.
Akıbeti belli olmayan bir duyguya can
vermek adına uğruna cümleler dizdiğim ve rahmetin gücünde saklı iken aşk ve
İlahi Adalet.
Bir ölçüt ise yaşamak.
Bir sözlükse yürekte saklı.
Bir hazine belki de içimden ve
havsalamdan taşan ve işte kalemin intiharı çünkü yazdıkça duyguların doz
aşımında yürek inlerken nasıl da nabzı duruyor yalnızlığın ve çoğul bir kimlik
oluyorum: hiçliğimin katlarında herkes olmanın da çok uzağında ve hiçbir sözcük
de yetmezken duygularımı susturmak ve dindirmek adına ve işte taş plak çalıyor
da çalıyor tıpkı rahmetli Zeki Müren’in o çok sevdiğim şarkısında da dile
geliyor söylemek isteyip de söyleyemediğim:
Aşktan da üstün.
Üstüm başım özlem ve hasretle dolu
iken üste çıkan illa ki:
Hayatın meali ve sözcüklerin dirayeti
kısaca yaşanmışlığın ve yaşama ihtimalinin özeti ve özü: aşktan da üstün
yinelerken her gün her an ruhumda saklı bir hazine gibi ve de o kilitli
çekmeceyi açmaya da cesaretimin yetmediği: illa ki illa ki: aşktan da üstün…
teşekkür ederim