Ölümle boy ölçüşecek yaştayım belki
de çoktan geçtim o yaşı: yas aldığım kadar yaş da aldığım derin bir lahzada
kendi kendime mırıldandığım bir yastayım, yasa mahiyetinde üzümün çöpü armudun
sapı elbet izafidir her duygu ve göreceli bir sağanaktır hayatın rahmine
düşerken insan, genleriyle taşıdığı her acı aslında dik başlı bir açıdır
sözcüklerin tedirginliğini yok sayıp sözcüklerden kendine örerken en ihtişamlı
hırkayı bazen önü açık bazen sırtı çıplak duyguların ansızın infilakı…
Gardımı aldım, bayım aslında garanti
s/andım ben hayatı sahi kaç akçeydi harcadığım kaç sahte gözyaşı idi tarafınca
taşlandığım?
Özgün bir hüzündür yürekte sarpa
saran ve örgün eğitim misali…
Kalem elimde: duygularım ise tetikte
varsa yoksa ıssızlığım tetiklendiği kadar tatar ruhumla gözaltına alındığım kim
bilir hangi şiirin kaç bininci dizesinde bense mahmuzlarken hüznü bazen
kekelediğim bir aşkın arifesinde sere serpe uzandığım kâğıdın ve ilham perimin
bana dayattığı…
Ruhumla iştigal bedenimse yok.
Rengimle kavrulduğum tüm yalanlara
karnım tok.
Sözcükler asla reşit değil çünkü
içimde eşit addedilmiş hiçbir imge yok ve ruhum gözaltına alındı an itibari ile
ne de olsa firari ve esef dolu bir var oluş masalı benimki bedenimi ötelediğim
ruhumu ise baş tacı yaptığım ve işte yüreğimin sesiyle kendime, gitmem
gerektiğini öğütlediğim ve kaç bin öğün atladıysam ilk gençlik yıllarımda…
Maşuk bir turuncu başımın üstünde
bana göz kırpan ne de olsa aylardan Ağustos ve o turuncu şapkayı tutucu bir
aşkla yerleştiriyorum tepeme.
Ne tepem açılmış…
Ne de tepeme beyazlar yağmış iken…
Tepelenmiş yüreğim ve işte yüreğimin
götürdüğü nerede ise her yere gittiğim ve kim bilir kaç doksan dokuz bin
kapıya.
Aralık her kapıdan, hurra içeri
daldığım yetmezmiş gibi…
Açık verdiğim her duygunun ertesinde
aralık yürek kapımı ardına kadar kapadığım.
Adım aşk imişken meğerki:
Çocuk yaşta bacak kadar boyumla
giriştiğim o keşif ve aşkın büyüsüne büyümeden kapıldığım…
Hep de anlattığım bir hikâye daha
doğrusu anı, anda saklı kalabildiği kadar hayatın her anına ve anısına
eklediğim…
Yaşım henüz üç ya da dört ve
seksenlik bedeni ile ihtişamlı bir imparatorluğun imparatoriçesi iken aşkı bana
ilk yaşatan insan ne de olsa enginlerde yolculuk etmiş bir ömür ne de olsa
büyük aşk yaşadığı asker eşine çok genç yaşta veda etmiş bir İstanbul kadını,
rahmetli babaannem…
Kâşif olansa benim ve mademki dedemi
hiç tanımadım…
Ve işte acısını çıkardığım kimse tanımazlıktan
gelen ya da tanımazlıktan gelineceğim ne de olsa hayat ve insanlar bana yorgun
kümeler gibi hükmedip beni de aralarına dâhil etmedilerse ben de suçu bir ömür
kendimde aramadım mı daha doğrusu aramayacak mıydım?
Aşk.
Aslında bir yenilgi.
Aşk.
Aslında bir yanılgı.
Aşk aslında bir arayış ve kayıp
ruhumu ayıp addedilen bir kelime ile eşleştirdiğim.
Kaç kuşağı isem artık en azından
yirminci yüz yıl ile güçlü bir dostluk geliştirip ant içtiğim üzerine:
Aşk yaşamaya ve yaşatmaya da değer
hani ancak imkânsız olma koşulu ile de en muhterem duygu olmayı hak eden…
Aşkın kimyası özlem ile değişen.
Mafya duygular ise şehveti ve sıradanlığı
asla içine katmayan çünkü aşk aynı zamanda masum ve muteber bir duygu bütünü.
Göğün devasa rahmeti.
Aşkın bir kuşa eş düştüğü ve
kanatlarına konduğum o Anka.
Ar bildiğim.
Arz ettiğim.
Şükürler olsun ki talep bulmadığım…
Belki de tam tersi:
Arz etmediğim ve talep bulduğum…
Karmaşık duygular coğrafyası ve
sürgün edildiğim bir anıt mezar ya da bir lahit oysaki ben yaşayan etli canlı
bir organizmayım gerçi bedenimle olan mücadelem sayesinde nerede ise tam da
hidayete erecekken ve işte İlahi Aşkın emsalsiz huzuru ile olan tanışıklığım…
Bir insan aynı anda nasıl da hem
çocuk hem de âşık olabiliyorsa artık…
Dikilesi söküklerim de yok iken
henüz.
Kasıntı ruhlara henüz denk
gelmediğim.
Askıntı olan hayaller ve aşkın
çetrefilli yollarında bizatihi kendimi aradığım…
Ergin.
Ergen.
Engin.
Emsalsiz.
Kimine göre ise: embesil.
Sağımda Hızır solumda Hıdrellez.
Maşuk göğün âşık kuşu.
Cennet bahçemin gayya kuyusu…
Aşk bir cennete dönüştürebilirken
hayatınızı ansızın nasıl da cehennemi kodluyor ruhlarımız.
Sözcükler istifli.
Sözcükler rahmetin ta kendisi.
Aşk ise insanı hizaya sokan bir o
kadar yoldan çıkaran en azından dünde kalan masumiyetin de yordamı ile çok da
yorabilen…
Aşkın imkânsızlık eşiği ve elbet
beşik gibi sallandığımız.
Algı eşiğinde şerh düşülesi boyutsuz
bir imge belki de bizi aşkın boyunduruk altına aldığı…
Şehla düşler.
Şaşkın benlikler.
Hulasası yaşamın bir örgüt gibi
konuşlu duygular…
Aşk bir yanda huzur diğer yanda.
Arayışın da alfabesi ve de alfabedeki
harfler yetmezken size bir de âşık olmaya görün hani.
Muhtevası kıvanç.
Müfredat ise sürekli sicilinize
işlenirken…
Müzmin bir bekleyiş ile gardınızı
alsanız bile ve ant içseniz bile kutsalın üstüne aşk asla laftan anlamaz insan
halinden ise hiç mi hiç anlamaz.
Anlayan varsa beri gelsin.
Masumiyet ve hüzün ve özlem beşiğinde
tıngır mıngır salladığınız o yürek ve teklerken nasıl da kan kaybediyorsunuz
belki de kanınız kaynarken uzağında olsanız bile aşkın siz yeter ki baş tacı
edin aşkı…
Taşlansanız bile tacını asla elden
bırakmayın hele ki kalemin ve yazmanın aşkın düştüyseniz bir kere âşık olmak
asla yetmeyecektir size ne de olsa zincirleme bir kazanın ürünüdür şiirler
aşkla yazılan aşka düşülesi bir kuyu gibi içinizdeki karanlığı yok edip haizi
olduğunuz s/onsuzluğun da müptelası iken şair ve tuhaf bir arzuyla ve istekle
baş koydunuz hayata bir çentik daha atma ihtimali ile aşka âşık iken yazmaya ve
sevmeye doyamadığınız o minvalde bazen kayıp bir rotada bulunsanız bile aşk
masum yüzüyle sadık iken yüreğe asla da ayıp addedilmeyen…