Bir düşün bir düşün, mavilim…

Bir düş’ ün yansıması mucizevi varlığın ve işte şerh düşüyorum gökyüzüne: matemimle ayrılmaz bir ikiliyiz bu yüzden ikiletiyorum hüzün cetvelimi.

Tırnaklarımla kazıdığım dünyam ya da…

Dünyamdan alıkonduğum elbet kalemimle mezarımı kazdığım ve işte o şuh gülüşlü karanlık gece bense aşkın manifestosunu yazıyorum ve yaşıyorum ve yasıyorum.

Mahallenin muhtarı yüreğimin röntgenini çekiyor bense kovulduğum köylere muhtar olarak atanmak adına delişmen bir dilekçeye ekliyorum madde madde…

Ne yapabilirim ki? Madde bağımlısıyım elbet ama bildiğiniz maddelerden değil: belki bir kanun belki de kanun hükmünde kararname üzerinde değişiklik yapacağım bir dünya özlemi. Öznemse yitik kimine göre gizli kimine göre aşikar ve öznemin peşindeyim büyük bir özlem ve özveri ile.

İkbali mi bu yazının?

İyi de henüz esir düşmedim geceye sadece sokulduğum duvar dibinde mikado çöpleriyle oynuyorum ve oyalıyorum içimdeki durağan çocuğu lakin güne çok neşeli başlamıştık… desem de inanmayın çünkü desenli bir pano gibi yüreğimi astım duvara ve nazar boncuğum ve dilimden düşmeyen Nas suresi.

Asık yüzlü değilim. As bildiğim belki de karo kızı ve papaza da çekiyorum resti sanırım papaz olduğum ölü iklim bende ağrılara sebebiyet veriyor. Bedenim değil ama. Belleğim de değil. Bellediğim mi? Asla. Yüreğimdeki karınca sürüsü ve işte gecenin zifiri karanlığında kara karıncanın ayak sesini duyan İlahi Gücün yansıması an itibari ile doğan ay ve doğduğum güne atıfta bulunduğum…

Yıldızlar kayıyorum elbet onlardan biriyim.

Gözlerim mi kayıyor? Asla. Cin gibiyim in cin oynayan eski sokaklar da değil üstelik geceme eşlik eden.

Birkaç kişi grup halinde geçiyor belli ki kafaları iyi.

Ne yani şimdi onlara eşlik etsem ve o karga sürüsüne ben de mi eşlik etsem…

Derken uzaklardan geliyor sesi bozacının artık bu zamanda kaldıysa sokakta geçen dünün yadigar bozacısından boza alan.

Alan da olmuyor değil hani duyduğum kadarıyla ve ben duyduğum ve gördüğüm her şeye herkese inanırken sanırım birileri bir yerde boza pişiriyor ne malum: bozguna uğramadığım?

Cam da kapalı. Perdeler elbet çekili.

Bense ruhuma çeki düzen vermek adına çekiştirip duruyorum kalemimin eteklerini.

Aman ha! Açık vermeyeyim.

Aman ha! Yanlış anlaşılmayayım. Zaten bir ömrüm böyle geçmedi mi?

Açık ara farkla öndeyim ve arkamdan gelen elbet dünde saklı çocuk yanım.

Bir o kadar en arkada kalmışken üstelik öğrenciliğim boyunca hep ön sıralarda oturmuşken…

Tabii canım! Sıra sıra inciler var boynumda ve incindiğim yerden kırılıyorum yeniden ve gün içerisinde ses etmeden her şeyi içime atıyorum. Tamtakır olmuşken dünya içim dolu ve kurşun misali taşıdığım ağırlık. Bu yüzden müsait zamanı bekliyorum içimi boşaltmak adına.

Yüreğimin darası mı?

Güldürmeyin lütfen.

Arpacı kumrusu gibi düşünmek mi?

Ne yani sadece kumrular mı düşünür elbet insanlar da birbirini dillerinden düşürmezken?

Düşük yapan gece ve hoyrat sesi rüzgârın.

Dökümlü etekleri gecenin elbet karanlığın hicvi ve cilvesi.

Başa sardığım bir film aslında oysaki kaderimi yaşıyorum herkes gibi bazen kederimi savunduğum bazense kaderimle avunduğum.

İstirham edeceğim çok şey var ya da yok:

İfa ettiğimden ötesi imha etmek adına sırada beklediğim ne de olsa gece bülteni kaçkın uykumu daha da kaçırıyor.

Televizyonun sesi kısık olsa ne ki? Aralıksız alt yazı geçen bir ekran tıpkı gün boyu istiflediğim duygularım gibi. Elbet hayatı makaraya alıyorum ara sıra ve uygun dilde alt yazıyla eşleştiriyorum ruhumun saplandığı batağı…

Artık kimse kime gücü yeterken.

Kimse olmadığım.

Kimsesizliğimi sonlandıran biri var iken illa ki…

Cafcaflı renkler yok hayatımda ama cafcaflı duygularım var bazen dudağımı uçuklatan.

Hayli de efkârım var hani mutluluğuma ket vuran ve işte asıl hikâye şimdi başlıyor.

Kolay olmasa da hayatı tiye aldığım belki de devasa bir t-cetveliyim içimde saklı tüm analizler ve içerikleri karşılaştırdığım tüm veriler. Dünümdeki eğitimim ve dünde kalan iş hayatım ve günüme eşlik eden devasa bir boşluk ve işte yazarak hayatı hoşlukla dolduruyor ve huzuruna çıkıyorum insanların kalemimle olan ilişkimde mutluluğu da bir ütopya olarak görmüyorum işte.

Sessizlik dudak bükerken.

Ruhumdaki g/izi yazarak silerken.

Geceyi de alladığım pulladığım.

Ve işte tünediğim o kırık dal: hani, hani…

Yüreğimin kırılan yerinden filizlenen bir dal ve de açan bir çiçek gibi derken rüzgâr savuruyor saçlarımı ve kalemim çapkın bir edayla göz kırpıyor içimdeki asilzadeye…

Hiç olmadığım kadar huzurlu ve mutluyum ve nerede olduğumu unuttuğum zamanı da es geçtiğim ve işte geçit veren duygularımdan ördüğüm saçları siyahi gecenin bir o kadar berrak iken zihnim ve alnımın akına konan bir kelebeğin sevdalı busesi…

Kim demiş ki yalnızım diye?

Sabır ve şükürle ben neler neler aştım hem…

Aşk olsun sana dünya aşk olsun sana insanlık.

Hala idame ettiğim hayatın son kurşununu da sona saklamışken ve bense henüz yolun çok başında iken…