Denk düşmekle yenik düşmek arasındaki
o ilinti ve zaruri bir aktarım iken darmadağın olduğumu pek gizleyemediğim.
Tanrısal bir güdü sanki ihtiva eden
ve evrenin tanıklığında yolda gitmeye çalışırken yine yolda kalmış külüstür bir
araba. Araba dedim de… Sürücü ehliyeti almak hep bir ukde olarak kaldı içimde
hele ki telaşlı ve panik mizacımla eminim ki sayısız zincirleme kazaya sebep
olurdum ve işin ilginci o ki; ben yaşarken hatta ve hatta yazarken bile kazasız
geçmeyen günüm olmuyor ve gün bitiminde gözyaşlarım karışıyor kahkahalarıma en
çok da kendime hatta sadece kendime eziyet edip kendimi yaraladığım…
Ne zamanki bir müşküle düşeyim kim
varsa dolaylarımda illa ki kapısını çalıyorum ve bodoslama dalıyorum içeri
üstelik bilincindeyim de kapı dışarı edilmemin an meselesi olduğu ve
istenmediğimi bile bile arzı endam ediyor iç sesim ve yarım kalan bir konuşma
yoksa monolog düzeyinde mi demeliyim?
Su götürmez bahanelerle üzünce
boğulmak sonra da sebep-sonuç ilişkisini irdelemeye çalışıp günü kotarmak ya da
günü güzel kapamak.
Veresiye defteri gibi iç sesimin
tuttuğu günlük artık kimden ne kadar alacağım varsa ya da tam tersi:
borçlandığım insanlar yine de gönül dostum, Allah dostu deyip ıkına sıkına da
olsa mazeretimi beyan ediyorum ansızın arkama bakmadan kaçacağımın da
bilincinde neden sükûna sarılmıyorsam diyememenin de meali olarak geri
dönüyorsa bana karaladığım yazılar/şiirler.
Vadesi dolmayan bir hesaplaşma
benimki lakin kendimle bu da yetmezmiş gibi ikili ilişkilerde bir üçüncü
kişinin de dâhil olacağını umup bu sefer tek başıma kalmamın da pek de sürpriz
olmadığı.
Sözcük depomla içimde beslediğim bir
inek adeta duygularımı sağdıkça hayvandan bu sefer sözcüklere maya çalıp aklım
sıra yazmaktan geri duramadığım cümleler ve akışkan bir mahiyet belki de bir
maliyet yine olan beynime ve uykuma olurken.
Zarif bir tınısı var yalnızlığın
herkesin de kolay kolay anlamadığı sanırım ana haber bülteni gibi son dakika
devreye giriyor günün özeti iç sesim: durağan bir gün de olmuyor hani
çoğunlukla illa ki kapışacağım bir şeylerle üstelik benden mütevekkil bir
haykırış ile her nasılsa kendimi üzmeyi görev edindiğim.
Yara aldığım tasalarım.
Tema’sı duygu olan bir röntgen filmi
belki de her gece içimi didikleyip hallaç pamuğu gibi dağıttığım yine de
yazmadan başımı dayayamıyorum vicdanıma yoksa yine mi ters tepti?
Elbette insanlarla süre gelen
ilişkilerimi yola koymadan uyuyamıyorum demem oluyor ki müzmin bir uykusuzluk
benimki. Ola ki her şey yolunda içse yolculuğumda illa ki bir ara yol tıkanıyor
ve devasa kazalara sebebiyet veriyorum artık hangi külüstür mizansen ise yolluk
yaptığım sonra da ağaca toslayıp doğayı katlettiğim ki genelde içimdeki
yeşillik alanda saklı tutuyorum bu kazaları ve tek şahidinin Yaratan olduğu.
Günlük görevlerini oynayan kızgın bir
kuş gibiyim tabiri caizse oynamaktan mutlu olduğum sefil bilgisayar oyunu:
Angry Birds ve ben de en az onlar kadar kızgınken sıfır sıfır berabere
kalıyoruz.
Ve yine kendime dönüyorum.
Yine bezgin yine yine…
‘’Ben böyle yalnızken,
Kendim kendime fazla geliyorum.
Eksiltin beni daha çok!’’(Alıntı)
Sözcükler illa ki bir yangını
başlatıyor hatta tek bir sözcük.
Asılı kaldığım bilumum duyguda illa
ki pimi çeken.
Göğün kanatlarına dokunmak gibi hayal
kurmak ve endamlı yalnızlığın bir semazen vasfı ile evrene müdahil olma gayreti.
Transfer olmaksa duygudan duyguya
sadece dokunaklı bir hikâyenin giriş cümlesinde saklı o tezatlıkla mümkün ve
ben vazgeçmeden sevmeyi ilke edinmişken koskoca insan ırkı da vazgeçmiyor
yaralayıp deşmekten hatta ve hatta sessiz kalarak beni en muhteşem tonlamada
cezalandırmayı da maharet bilirken.
Çok zevkli bir dokunuş değil hani her
ne kadar sükût altın dense de hele ki son beş yıla kadar bir ömür susmam bana
emredilmişken gerçi kimse gelip de bana konuşma izni tanımadı bu son beş sene
zarfında lakin devreleri yanan mekanizmamla ben de bu sefer yazarak
suskunluğuma son veriyorum sözüm ona.
Hele ki cinnet an’ıma denk gelen
fevri söylemlerim lakin her biri o kadar iyi niyetli ve safiyet yüklü ki en
azından bir Allah’ın kulu da azat etmiyor hani beni tutunduğum bu mertebeden…
elbette kızanlar olup da benim de taşkınlara sebebiyet verdiğim talihsiz anlar
olmuyor değil.
Somurtuk bir canlı olduğum izlenimi
veren canhıraş duygularım ve gerçekten de çok merak ediyorum güleç bir ölü olup
olmayacağımı sanırım hurafeler gerçek olacak ve ben sevgili Nilgün Marmara ile
yolum kesiştiğinde bir bilinmedik tarihte bol bol kahkaha atıp kaynatacağız
cehennemin tencerelerinde pişen günahlarımızı.
Bu gün bir yangından son anda
kurtuldum ve kalbimi kıran bir cümle ile serildim yine satırlara. Aslında
konuşma denen edimde fazlaca bir yol aldığım söylenmese de ben bir kez daha
konuşmayı denedim bu gün üstelik hayattaki tek vazgeçilmezim kendisi iken. Tüm
hayatımın muhasebesini yapıp da nasıl kızdım ansızın üstelik sebebi olmayan
yanlış bir cümleyi kâh o kâh ben ağzımızdan boca ederken.
Evlat olmak da bir sanat hani ve asla
da mükemmel bir evlat olduğumu söyleyemem yine de annemi sorgulamak ya da karşı
gelmek çok mu yanlıştı, gibilerinden bir duruma maruz kalıp aklımın kalanını da
peynir ekmekle yiyip bir güzel doyurdum karnımı.
Çok da mümkün hani: duyguların
acıktırdığı ve kelimelerin doyurduğu bir ruh.
Nasıl bir bileşke isem artık
renklerin öngörüsünde siyah olmayı matah sandığım yine de yüzümün akıyla
yaşamaya çalışıp zan altında kalmamak adına biteviye çabalarken.
Gün de torbaya giriyor zaman zaman ve
huzur da zaten en büyük eksiğim bir de dış etkenler devreye girdi mi yaşadığım
kaosu sonlandırmak çok zor.
Beyin göçüne sebebiyet veren bir
eksen elbette imha edilecek bir beyniniz varsa ya da yeni bir düşünce sistemi
imal etmek adına kendinizden taviz vereceksiniz daha doğrusu iç huzurunuzdan ve
de rahatınızdan.
Kümelenen duygular.
Feriştahı gelse yine kıyamet kopacak
cinsinden bir de şu küçük kıyamet denen furya yok mu ve nasıl da elzem içimiz
yüksünmeden sevmek hatta kendimize limit koyup karşı tarafa sonsuza kadar söz
hakkı tanırken.
Sistem bazen çökerken gün doğuyor
daha doğrusu yetmeyen yirmi dört saate söylenip kendinizden çalıp sermayeden
yiyorsunuz.
Bir buluta denk düşüp de ayaklarınız
yerden kesildiğinde ya da bir kuş size rast gelip de tüm miskinliği ile
omzunuza yuva yaptığında ne de olsa etkileşim denen süreç asla sonlamıyor ve
elbette gelişim de sonsuz hatta ve hatta sessizlik bile mutlak bir iletişim
seferberliği yapıp sizi ya sükûta bağlıyor ya da zıvanadan çıkıp kendinize has
bir iletişim kuruyorsunuz insanlarla: kâh susarak; kâh küserek; kâh kaçarak; kâh
yazarak ve…
Bağlı kaldığınız o göbek kordonu
lakin evrenle ve nihayetinde ses veren iman gücünüz ve sığındığınız Huda.
Aralıksız iman ederken…
Aralıksız O’ndan isterken.
Aralıklı olarak da kendinizden
sıkılmış iken ya da değer verdiğiniz tüm insanlık sizi protesto edip aslında
sizi sizle sınarken.
Kaynakçamız ne ola ki?
Elbette sevgi.
Ve inanç.
Ve umut.
Çökkün bir bellek; yorgun bir hafıza
bazense havsalanızın almadığı ve ruhani bir diriliş oysaki hiç ölmüş birine de
benzemiyorsunuz.
Bir tür reenkarnasyon.
Diri bir çiçeği solduran; solgun
güneşi parlatan sanırım güven duygusu en ağır basan ikili ilişkilerde: anneniz,
arkadaşınız en çok da bir yabancıya kolaylıkla inanabildiğiniz. Elbet sonu bir
facia da olabilir ki tecrübe ile sabit.
Hazır karanlıkta yazıyorum bu
satırları söylemeden geçemeyeceğim:
Ben nasıl bir tutum sergileyebildim
de en iyi dostuma çok karanlık olduğunu haykırdım üstelik yüzüne?
Günün en acı veren cümlesini yine ben
zikrettim aslında karanlığın asalak bir dost olduğunu ima edip lakin görünürde
suçlarcasına karşımdakini bir şekilde kendimi rencide ettim.
İşte güven denen duygu böyle bir şey.
Kim olursa olsun karşınızdaki içine
düştüğünüz o çıkmazdan kurtulmak adına aradığınız çıkış noktasını illa ki o
kişiyle ilişkilendiriyorsunuz.
Sanki elinde sihirli bir değnek
varmışçasına ki her şey sizde gizli ve sizden dökülen her kelimede ve elbette
maneviyatın bir iz düşümü nihayetinde bulduğunuz o çıkış noktası.
İster kurtuluş deyin.
İster diriliş.
İster infilak eden bir batarya ne de
olsa sürekli şarj halinde duygularınız.
Ve tümden gelen.
Aslında hiçliğinizin bilincinde
varlık olarak addedilen her canlıdan feyiz alma ihtiyacınız ile dört elle
sarılıyorsunuz.
Bilmeden sarıldığınız.
Bilmeden kendinizi hakir gördüğünüz
üstelik karşı tarafa atıp da suçu elbette ortada bir suç varsa.
Ezkaza.
Mümkün mertebe.
Ya, karanlığın hicvi?
Elbette yıldızların size her göz
kırptığında içinize dolan o umut ve huzur. Sahi huzur bu kadar mı yakın da illa
ki uzaklarda arıyorsunuz?
Karanlığı sevmek bile ışığa
hapsolmakla eş değer ne de olsa zıtlıkların yarattığı o ambiyans sizin
kurtuluşunuzu müjdeliyor.
Sevdalı bir yürek sesi lakin kâinata.
Yaralı olması çok muhtemel hele ki
içinde kırılıp da sarıp sarmalayan dış etmenlerse.
Ve muzip bir tını ile ifşa edelim o
zaman varlığı tıpkı nameleri havada süzülen bir şarkı gibi üstelik kimsenin
duymadığı ve sadece Allah ile sizin aranızdaki o muhteşem muhabbette siz
kurtuluşu yine iman gücünde bulurken ve elbette insanlar vesile iken bu kurtuluşa.
Allah var gam yok madem…
Doğru yoldasınız en azından kendim
için söyleyebilirim bunu epey zorlanmış olsam da ömür boyu…