Tüm çekincelerimi kızağa aldım bir de sıfatlarımı gömdüm en derine.

 

Derinsizliğin şarkısını çalıyorum çaldırdıklarıma nazire eden bir hikâyede, öykündüğüm aşkın da rotasında bir kıble benim durağan rotam.

 

Sırça köşkümü çaldırdım çaldıralı ben de konaklıyorum göçebe ruhumun çalımıyla hava attığı bir iklimde seğirtiyorum: Yaz’ımı da çaldırdım niyazlarımı da ve sırasızlığın sancısı ile örtüşen sıra dışı kimliğimi rehin verdim dünden sonra yarından önce ve an’sızım da ve bedelsiz ve riyasız ve detaylarımı sırtladım sırtlayalı kaidelerle bozdum aklımı. Sığamadığım kozamda, büyümeyi beceremediğim cenin duruşunda yüreğin bir de salkım saçak asıldım darmaduman yüreğin gamlı yangınlarında meşk bildiğim aşkın da közünde bir de diyemediklerim var… asılı kaldığım bir kucakta mıyım yoksa asılsızlığın suresinde bir mevta mıyım?

 

Çaldılar da.

 

Çalınsın da.

 

Çalmadığım yeni hayaller kurarım ben de ve beni bana sevdiren, yokluğu da erzak bildiğim, aşkı rahmet, dünü yarın ve yarını son bildiğim ve sonu da başlangıç…

 

Kanıksadığım rahminde gerçeklerin ve duyguların, kanıksanmayansa varlığım madem ben de kutsarım yalnızlığı ve bir rahleye sererim benliği yeniden kızağa alırım geri dönüşümlü bir yarenlik madem pay ettiğim ve mademki sonsuzluğun da raconu var olmayı beceremediğim bir kutuya tıkarım yüreği, kutuyu toprağa, toprağı da sır bellerim hem mademki topraktan geldik ben de susarım bir gölgede yansıyanı ekerek adam boyu umutlara.

 

Dingin mahlaslar edinmeliyim geç olmadan gerçi geç denen bir yargı mıdır yoksa bir geçkin bir şarkı mıdır dünün sunumu ile yarına da taşınacak olan…

 

Bir günü miladın deviniminde ve göreceli bir yoksunluk kimine göre hani adına yalnızlık denen ve haznesinde yanılgı yüklü kalabalıkların dudak büktüğü oysaki yalnız geldik ki gideceğimiz istikametin son durağı zaten tek yönlü trenin de son yolcusu olmaya dair bir hicap yükleyip de birbirimize… soğutan hayattan oysaki vücut ısımız çok çok göreceli bir rakımda kesişmekte evrenin ahkamları ile.

 

Sıcak bir mevsim gibi olmalı/ydı hayat: hep soğuk hep de mesafeli oysaki boyutumuz biraz da kayıt dışı bir farkındalıkla sürrealist bir imge kadar da haznesinden taşan.

 

 

Yüreklerde soğuk iklimler, göreceli sevdalar nihayetinde ölü kadınlar kocamam bir şekli temaşa eden o beyaz tebeşir yalnız bir fark ile: ne okuldayız ne de sınıfta kara tahtanın başında.

 

Kocaman adamlar ve kocaman kadınlar belli ki aile olmaya muktedir ve aşkın sunumu ile el ele yürek yüreğe kim derdi ki az sonra işlenecek cinayetin tek sorumlusu yine biziz?

 

Günde beş cinayet işlenen bir ülkenin ve çoğulcu demokrasi ile aşkların erdiği o mutlu son belki de mutluluğa aday sevdalar.

 

Korktuğumu kim söyledi ya da yalanlarla dolu olduğunu henüz anmadığım o repliğin?

 

Ya sizin hangi replikte mevcut sevgi ve asalet dolu imlerle bir şiire daha şerh düşerken?

 

Yoldan çıktık çıkalı üstelik nerede kaybolduğumuza dahi kani değilken… sahi çok mu oldu sizin oralardan geçmeyeli?

 

Siz derken benden uzak mı yoksa bizsiz bir cümle kurma özürlü iken yine yolda kalmış bir yaya mıyım da az sonra çekeceğim otostopa nazire eden bir lehçe ile konuşlanmaktayım şu aklı evvel satırlarda?

 

Konum atın bana ve gelin de bulalım nerede kayboldunuz ya da hangi akla hizmet arıyorsunuz kayıp gölgenizi?

 

Konu konuyu açtı madem gecenin kör vakti şahit olduğum bir kaza kim bilir belki de uyduruyorum, demeyi nasıl isterdim.

 

Kazanın mahiyetinden öte kulağıma çalınan:

 

Öncelikle ağza alınmayacak küfürler sıralanıyor ve tam kulağımı tıkayacakken…

 

‘’Geri dur dedim sana yoksa silahım ile dağıtırım beynini.’’

 

Henüz uyumadığım bir saat ve uykuda olmayı dilediğim ve uyandığımda sonlanacak olmasının verdiği rahatlıkla pofuduk terliklerimi bir hışımla giyeceğim…

 

Ve diğer yandan haberlerde alt yazı geçiyor:

 

‘’Günde beş cinayet işlenen ülkemizde…’’

 

Görme duyum mademki net yine de inanmayı reddediyorum ya duyduklarım?

 

Kim nasıl bir hak görüyor da bir diğerini ölümle tehdit ediyor?

 

Gerisi yok inanın ki zira vatandaşlık görevimden evvel tüm bencilliğime çekildim odama.

 

Bir telaş.

 

Bir kargaşa.

 

Bir isyan.

 

Ve evet, toplum isyanlarda oysaki bir diğer haberde rast geldiğim o bomba efekt:

 

‘’Türkiye’de yaşayan insanların yüzde bilmem kaçı çok mutlu…’’diyenin yalancısıyım aslında yapılan bir araştırmanın yine istatiksel çıktısı.

 

Reddediyorum mutlu olmayı evet, reddediyorum üstelik mutsuzluğumla güçleniyorum ben tıpkı ülkem gibi.

 

Üstelik hiçbir kaygım da yok mutlu olmak ya da olmamak adına hele ki komşusu acı çekerken mutlu olan insanlardan olmayı reddediyorum ve evet, tanık olduklarıma da bir isim getiremiyorum.

 

Mutsuz olma hakkımı kullanıyorum üstelik bu benim özgür seçimim hele ki bir başkasının mutluluğu ile mutlu olmayı külliyen reddediyorum ve isyan da ediyorum.

 

Ama isyanım sadece kötülere yoksa hâşâ, ne isyan ederim ne de hak iddia ederim iyi bir insan olmak bir yana iyi bir mümin olmaksa yine birincil vazifem iken.

 

En son ne zaman mutlu oldunuz ama saf kan benliğinizin yine irade bildiğiniz tüm yasakları da ihlal etmeden?

 

Ve evet, mutluyum da çoğu zaman hele ki şükür vesilesi bunca kazanımı sunmuş iken evren ve Tanrı.

 

Kayıplarıma dahi şükretmeyi öğrendiğim şu son birkaç yılı da dahil ettim mi…

 

Hala alt yazı geçiyor…

 

Çok mutluyuz çok hem de.

 

En azından vicdanımızı rahat kılalım işte mutluluğun birincil şartı ve sevgiyi katık yaptığımız üstelik sevmek iken yine ikram edilesi ve en leziz duygu üstelik saf kan kendi imalatımız…

 

Mutlu yarınlar cümleten…