Ahmak islatan
Mevsime takıldı gözüm belki de
mevsimsiz bir ölümden düşen ne ise payına bizlerin ve izini sürerken
birbirimizin.
Coşkun.
Yorgun mu peki?
Mecazi ölümlerden ve özlemlerden arda
kalan yorgunluğu yok saymaktı aslında tüm uğraşımız ve ışıyan gözlerinde mavi göğün
bazense perde çektiğimiz gözlerimiz.
Seğiren gözün miadı dolmuş bir anıdan
da düşen payına.
Sözcüklerin rimeli akmıştı ama
kalemin mürekkebi bayağı coşkulu ve de usturupluydu belki de asi yüreğin asil
duruşundaki o hüzündü aralıksız yarına kat çıkan ve öncesinde saklı hiçbir
karanlık olmasa da acıların ve sıkıntıların telaffuz edilmesinin nerede ise
imkansız olduğu.
Konçertosu kâinatın en çok sahnedeki
orkestra şefinin ritmik hareketleri.
Özlenen ne idi?
Elbette dünün özeti değildi artık
geleceğe hükmedecek olan bir o kadar anda saklı bir coşkuyu hayatın geneline
yaymak.
Ne diye başlamıştık güne peki?
Gün dediğimiz neydi? Güneşin varlığı
mı ya da gece karanlığını güneşe değişmeyen bir haletiruhiye mi saklıydı şairin
içinden en çok içinden gelen ve işin içinden de çıkamazken.
Mademki bir deli bir taş atmıştı
kuyuya.
Ve delice esen o rüzgâr.
İşte yeniden taşları arka arkaya o
kuyuya atmanın vaktiydi ve güleç bir yüzün kime ne zararı vardı?
Bıçkındı sözcükler.
Bir redif olma ihtimali var mıydı
peki?
Belki de devasa bir ayraç ve başını
salladı kalem ve kuyunun kapağını aralayıp başını uzattı öne doğru belki de
başı ağır gelecek ve tam da düşecekken içine…
Aslında içindeki kuyuyu gören yoktu
ve şairin bunu anlatmaya niyeti yoktu ta baştan beri üstelik ve içindeki kuyu
asla karanlık değildi bilakis çocukluğu saklıydı o kuyuda ve illa ki aydınlık o
derin kuyuda bitmek bilmeyen susun sesi ve serinliği ile bir ömür çocuk
kalmasını nasıl da borçluydu içindeki kuyuda yüzen o küçük çocuğa.
Yaş neydi sahi?
Aldığı yaş mı yoksa yaşaran gök kubbe
mi ve usulca sildi yaşlarını Tanrı ve başını dayadı bir ömür olduğu gibi hatta
daha da sıkı sarıldı görünmeze ve bilinmeze aslında şairin ruhu da gizem
doluydu ve gözden uzak yaşamanın da kimseye zararı yoktu hani hatta faydası bile
vardı ve işte o sesi duydu birdenbire.
Farazi bir ses miydi yoksa?
Asla.
Kırılan içindeki fay hattıydı üstelik
dünyanın nirengi noktasından ve de kırılma noktasından çok yüksek iken.
Yas neydi sahi?
Ve yalnızlık neye denk düşüyordu?
Bir ruhun kat izi.
Belki de buruşuk duygular ve şair
ütülemeden yaşamıştı ruhunu her ne kadar mintanı ütülü ve jilet gibi olsa da.
Bunu değil yapmak düşünmemişti bile.
Ruhun tevazuu.
Ruhun meşakkatli yolculuğu.
Kayıp olansa ruhu değildi hem sadece
kendine düşkünlüğünü azat etmiş ve uzun süre kendinden uzaklaşmıştı bu yüzden
insanları daha da çok sevebilmeyi başarmıştı.
Hükmeden bir ritim saklıydı evrende.
Bilinmez ne ise sevdiği idi şairin
aslında şair, bilinmezin ta kendisiydi.
Göğün kulakları pompalanmaya başladı
demek ki yağmur bulutları buluşma noktasına gelmişti.
Hizaya gelen bir evren mi beklediği
idi şairin?
Ya da inzivada geçen ömrünün
sessizliği miydi son bulan?
İyi de şair daha tek kelime etmemişti
hem daha kendisi ile tanışıklığı çok yeniydi.
Haddi hesabı olmayan yenilgiler bir
de çalınan hayalleri.
Bir bardak su içti üstüne sonra da
bir bardak suda kopan fırtınaya daldı gözleri.
Hayallerinin ucu bucağı yoktu bu
anlamda affetti kimse hayallerini çalan ve kimse sevgiyi küçümseyen en çok da
şairi kendine düşman eden şerlerden doğan hayra tanık olmanın verdiği
mutlulukla gülümsedi.
Hala bulutlar ortak bir paydada
buluşmamıştı işte ve tek ıslanan şair idi ne de olsa diğer adı ahmakıslatandı
hayatın en çok kendini ıslatan bir rahmet her ne hikmetse kimselerin tanık dahi
olmadığı ve işte kendi hüznüyle yüz göz bir ömrün ikbali mademki mutluluğa
dönük bir rotaydı ve düşünmeden kırdı direksiyonu şair üstelik araba kullanma
becerisi olmasa bile kalemle yön vermeyi çok seviyordu hayata.
Hayatın ibaresi mi?
Son hızla uçuşa geçen hayal gücünden
ve umuttan ötesi var mıydı sanki ve üstüne yağan rahmeti doyumsuzlukla giyindi
ve içine çekti.
Seviyordu işte kendini üstelik tüm
ahmaklığı ve sefil hayalleri ile.