,

Ağır adımlarla tavan arasına çıktı kadın, kaybettiği anılarını bulmaya. Elini uzattı kapının koluna, karşısına ne çıkacağını bilmiyordu. Gıcırdayarak açıldı kapı, sanki bütün ev depremde sallanmıştı tahta kapı açılırken. Tozlar, örümcek ağları kaplamıştı her yeri, çatı kiremitleri arasından sızan güneş ışıkları tozları daha görünür yapıyordu.

Eskilerini atmaya kıyamayan kadın önceleri istiflemişti gereksiz eşyalarını. Bir dolabın içinde oyuncak bebekleri duruyordu. Unutulmuşluğun hüznü çökmüştü üzerlerine. Yıllar geçtikçe istiflemeyi bırakmıştı belki vakitsizlikten belki usandığından. Eski perdeleri gözüne çarptı birden, yıllarca sokak lambası altındaki meraklı bakışlardan saklamıştı. Çarşaf içine gizlenmiş şilteleri vardı, büklüm büklüm. “Yıllardır bu şeklide durmaktan benim gibi belleri ağrımış mıdır” diye düşündü bir an ve çoktandır unuttuğu tebessüm yapıştı dudaklarına.

Hangisine bakacağını bilmiyordu, her yerde birçok şey vardı. Gözü bir şövaleye takıldı. Üstü bir zamanlar beyaz olan örtü duruyordu. Önce hatırlamaya çalıştı altındaki resmi, hatırlayamadı. Zira bir zamanlar çok resim yapmıştı. Öğretmeni yetenekli olduğunu söylerdi hep. Hangisiydi acaba, orada durduğuna göre yarım kalmıştı. Ağır adımlarla yaklaşıp örtüyü çekti. Hatırlamıştı şimdi, öğretmeni; “hayatı çizin, yarışmaya göndereceğim” demişti de o bir türlü bitirememişti. Rengârenk pastel boyalarla yapmaya çalışmıştı resmini. Hayat nasıl resmedilebilirdi ki, o zamanlar başaramamıştı. Şimdi olsa neler çizerdi kim bilir. Ama elinin alışkanlığı kaybolmuştu.

Belki biraz düzenlerim diye düşündü, altta duran silgiyi alıp eline.

Kapkara ayrılıkları sildi tuvalden. Suya hasret körpe yapraklar gibi sararmış yalnızlıkları. Vatana şehit verdiği oğlunun kan kırmızısını sildi. Mavilerin soğuk bakışlarını, yeşermek bilmeyen umutlarını kaldırdı tuvalden. Özgürlüğümün rengi dediği morları sildi, zira hiç özgür hissedememişti kendisini. Gökyüzünü karanlığa boğan lacivert geceleri sildi, açmak bilmeyen güzel günleri anlatan çiçekleri. Çıtaya gerili bez parçasında renk kalmamıştı kirli bir beyazdan başka.

“İşte hayat bu” dedi sessizce, ufak tefek lekelere rağmen tertemiz bir tuval gibiydi hayatı. Şövaleden alırken silik tabloyu öğretmenine seslendi;

“Çocuklar ne bilir ki hayatı, onlara her şey güllük gülistanlıktır. Aslında annelerimizden babalarımızdan istemeliydiniz bu resmi, ancak onlar çizebilirmiş, ya da yıllar sonra olanı da onlar silebilirmiş benim gibi.”
Kapatıp çatının kapısını ağır ağır indi merdivenlerden elinde yıllar önce yarım bıraktığı tablosuyla.