Güneşin ateşli dudaklarından suzinak bir şarkı dökülüyordu şehrin üstüne. Dokunduğu yeri yakıyordu kızgın buseleri. Ağaçların altına ter kokusu yayılmıştı. Müftü Dere’sinin çamuru kokuyordu çevresinde. Ezici kokuyu bastıramamıştı kullanılan parfümler. Kuşlar sinmişlerdi yaprakların arasına, arada duyulan kesik cıvıltılar dışında ses çıkartmıyorlardı. Gelip geçen araçların ve deredeki kurbağaların dışında çıt bile yoktu. Uyumuştu sanki şehir.

Bir kız yürüyordu kaldırımda, Müftü Köprüsünü geçmiş ağaçlık alanın karşısına ulaşmıştı. Siyah saçları Oltu taşı ufalanmış tarla gibi yanıyordu güneşin altında. Hangisi daha parlaktı karar veremiyordu bakanlar, güneş mi, saçlar mı? Evden çıkalı çok olmamıştı ama sıcaktan yürümekte bile zorlanıyordu.

Önce başını kaldırıp güneşe seslendi genç kız;

Arzın rast perdesine hüznü mü çakıyorsun?
Yaprakları, kuşları, dünyayı yakıyorsun.
Temmuzda ağustosta dost olmayız sıcakla
Bohçala ateşini biraz da kışa sakla.

Ağaçların altında banklar vardı, yaşlılar yaz günleri gelip orada otururlardı. Zaten adını da Emekli Parkı yapmışlardı. Emekli değil miydi onlar, deniz kenarındaki yerleri kafe işletenlere ayırmışlar, yaşlılara da dere kenarındaki bu yeri lâyık görmüşlerdi. Hiç yoktan iyiydi tabi ki, en azından serinleyecekleri, bir yer vardı. Üstelik garson da yoktu sürekli “ Ne istersiniz? “ diye soran. Emeklinin maaşı yeter miydi oralarda her gün para harcamaya? Bazıları aralarında sohbet ediyor bazıları gelen geçeni izliyordu. Klima olmayan evlerde oturmak mümkün olmuyordu Mersin’de.

Genç kız geçip oturdu kaldırıma yakın bir banka. Karşısında karı koca olduğunu sandığı iki yaşlı oturuyordu. Aralarında konuşuyorlardı, sesleri duyulmasa da kendisine baktıkları için hakkında konuştuklarını hissediyordu.

Yanılıyordu genç kız, onun gençliğine, diriliğine bakıp kendi hallerini konuşuyorlardı.

Kadın titreyen sesiyle fısıldar gibi söylendi.

Hatırlar mısın beyim evvel siyahtı saçım
Yıllar yaktı ömrümü kor gitti külüm kaldı
Pırıl pırıldı tenim geçmişime muhtacım
Tarağımın dişinde beyaz kâkülüm kaldı.

Eşine gülümseyerek baktı adam, birkaç kelime de o söyledi:

Zaman işte hatunum ben de gençtim civandım
Çalışmaktan yıprandım gücüm tükenmez sandım
Yelkovanlar eskittim yiğittim, pehlivandım
Dağı taşı aşardım yürümekten usandım.

Genç kız rahatsız olmuştu, kendisine bakıp konuşmalarından.

Gülersiniz halime, e! Keyfiniz yerinde
Maaşınız yatıyor her aybaşı bankaya
Geleceğim belirsiz benim derdim derinde
Gençliği unuttunuz bakmazsınız arkaya.

Bilmiyorum yarınım olur mu bir gün mamur
Sınava girdim çıktım kazanmak kolay mıdır?
Yıllarca çalışırım elbet olursam memur
Bu zamanda yaşamak çok basit olay mıdır?

Geçmişsiniz yılları huzurla şen ve şakrak
Bakalım ki benim de onca ömrüm olur mu?
Üzülecek ne var ki sararır elbet yaprak
Kopar mıyım dalımdan yeşilim kaybolur mu?

Düşünürüm durmadan elbette gencim amma
Devir döndü tersine yarınımız muamma.

Dinlenmişti kız, yerinden kalkarken karşısındaki yaşlı çifte imrenerek baktı. “ Bir gün ben de emekli olabilecek miyim acaba?” diye geçirdi içinden. Bilmiyordu, daha çok gençti, onların nasıl hastalıklarla, yokluklarla, özlemlerle, korkularla hâlâ savaştıklarını.