Card image cap
Refi̇k durbaş

Erzurum’un Pasinler İlçesi'nde doğdu. 1954’te sanatçının ailesi İzmir’e yerleşti. 1956’da Necatibey İlkokulu, 1959’da Karataş Ortaokulu, 1965’te Namık Kemal Lisesi'nden mezun oldu. (Fuat 2004: 970). İzmir’in Halil Rıfat Paşa Semtinin 181. Sokağı'nda annesi, teyzesi ve anneannesiyle çocukluk, ilk gençlik yıllarını geçiren şair, on yaşından itibaren yazlık sinemalarda gazoz satmaktan işportacılığa, benzin istasyonunda araba yıkamaktan su tesisatçılığına kadar çeşitli işlerde çalıştı (Ertop 1979: 9-10).

1965’te İstanbul’a gelen sanatçı, 1965’te İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne yazıldı, fakat üniversiteyi 12 Mart nedeniyle bırakmak zorunda kaldı. 1967’te Yeni İstanbul’da gazeteciliğe adım attı. Refik Durbaş, Cumhuriyet gazetesinde düzeltmen olarak çalıştı. Sabah gazetesinin kitap ve sanat sayfalarını hazırladı. Yeni Yüzyıl gazetesinin kültür-sanat bölümünü yönetti. Ayrıca şair, Yeni Yüzyıl ve Ateş gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı. 1992’de Cumhuriyet gazetesinden emekli oldu (Altınkaynak 2007: 208).

Refik Durbaş, üretken bir sanatçı olarak yaşamını sürdürdü. Sanatçı, şiirlerinin yanında anı, mektup, deneme ve sohbet gibi farklı edebî türlerde eserler verdi. Halk edebiyatından destan şiirlerinden Kanatları Yelken Ettik GemiyeTürk Yazınında Seçilmiş Cezaevi Şiirleri adlı antolojiler hazırladı. Birgün gazetesindeki köşe yazılarını vefatına kadar sürdürdü. Şair, ayrıca çocuk şiirleri ve hikâyeleri kaleme alarak çocuk edebiyatına değerli katkılarda bulundu. Pen Türkiye üyeleri arasında yer alan sanatçı, 30 Kasım 2018'de akciğer kanserinden vefat etti.

Durbaş, 2014 yılında Pen Şiir Ödülü'ne layık görülmüştür.

Şairin şiire olan ilgisi lise döneminde başladı. Lisenin ilk yılına kadar Teksas, Tommiks okuyan şair, lisede İsmet Kültür adlı edebiyat hocasının etkisiyle klasiklerle tanıştı (Ertop 1979: 9-10). Gençlik yıllarında Kemalettin Tuğcu’dan etkilenerek hikâyeler yazan şairin ilk imzası 10 Ocak 1962'de, Çocuk Haftası dergisinde Karanlık başlıklı hikâyenin altında yer aldı. Hikâyeden sonra şiire merak saran şairin ilk şiiri Velvele, Şadan Gökovalı’nın yönettiği Ege Ekspres gazetesinin pazartesi günleri verdiği ‘‘Gençlerle Başbaşa’' sayfasında; aynı gün Romantik adlı şiiri iki dizesi değiştirilerek Yeni Asır’da çıktı. İzmir Radyosu’nda çarşamba geceleri sunulan ‘‘Ege’den Genç Şairler’’ adlı programda, yayımlanan ilk şiirinin okunması ve şiirlerinin yerel gazetelerde basılması, sanatçıyı cesaretlendirdi. Bu gelişmeler Refik Durbaş'ın şiir yazmayı sürdürmesini ve şiirlerini kitaplaştırmayı ciddi bir şekilde düşünmesini sağladı. Böylece sanatçı, İzmir’in ünlü Gutenberg Matbaası’na giderek ilk şiir kitabını bastırmak istedi ve bu sırada Atillâ İlhan’ın Yağmur Kaçağı adlı kitabı onun satın aldığı ilk şiir kitabı oldu. Şairin ilk şiirleri, Ege Ekspres ile Özcan Güven’in sanat sayfasını düzenlediği Sabah Postası adlı yerel gazetelerinde yayımlandı.

Gençlik döneminde İşçi Partisi’ne giren Refik Durbaş, yeni bir çevre ve anlayış edindi. Bu çevreyle Evrim adında bir dergi çıkardı. Ömrü on beş günle sınırlı olan Evrim dergisinin ilk sayısı 1 Aralık 1963’te çıktı ve 15 Aralık’ta ikinci sayı yayımlandıktan sonra dergi kapandı (Durbaş 2001: 45).

1967’de Alan 67 adlı bir dergi çıkardı, bu derginin de örmü kısa oldu ve dergi sadece dört sayı yayımlanabildi. Devimin, Soyut, Papirüs gibi dönem dergilerinde sanatçı, şiirlerini yayımlamaya devam etti . 12 Mart’tan sonra Yeni a dergisinin on altı sayı yazı işleri müdürlüğünü yürüttü. Fikret Kaynakçı, Sıtkı Sipahioğlu onun kullandığı imzalardandır (Kurdakul 1983: 183, Altınkaynak 2007: 208).

Gençlik yıllarında İkinci Yeni şiirini okuyan şair, bu edebî anlayış çerçevesinde ilk dönem şiirlerini yazdı. Refik Durbaş, daha sonra Nâzım Hikmet'in şiirleriyle tanışması sonucu toplumcu şiire içerik bakımından ilgi duymaya başladı. Böylece sanatçı Atillâ İlhan, Kemal Özer, Cemal Süreya gibi şairden ilham alarak şiirinin sesini oluşturmaya başladı.

12 Mart dönemi sonrası sanatçı, toplumcu görüşe bağlanarak 1960 kuşağı şairleri içinde yer aldı. Bu kuşağın şairleri kendilerinden önce biçimlenmiş bir edebî geleneğin devamı olan toplumcu-gerçekçi sanat anlayışıyla şiirlerini yazdı. Bu söylem materyalist görüşe dayanan bir şiir hareketi oldu. Şiiri bir üretim biçimi olarak gören şairler, 1960 Anayasası'nın getirdiği yeni bir dönemle liberal-kapitalist sistem karşısında yer alarak ideolojik içeriği Türk şiirinin merkezine koydular. Yeni Gerçek, And, Devinim, Halkın Dostları, Gelecek, Yansıma, Militan gibi dergiler etrafında şiiriyle ideolojilerini yansıttılar. Böylece Refik Durbaş, şiire 1960’ta başlayan ve 1970’de siyasallaşma deneyimden geçen, tepki ve başkaldırı şiirlerine imza atan şairlerden Ataol Behramoğlu, İsmet Özel, Süreyya Berfe, Özdemir İnce gibi imzaların da aralarında bulunduğu kuşak içerisinde yer aldı (Razaman Korkmaz, Tarık Özcan 2007: 63-124).

Şair, ilk şiir kitabını 1971'de Kuş Tufanı ismiyle yayımladı. İlk gençlik yıllarındaki yaşanmışlıklardan esinlenerek kaleme aldığı bu ilk kitabındaki şiirler, şairin tüm sanatı boyunca yaşamıyla şiirini birleştiren çizigisinin ilk örnekleri oldu. Bu kitabı 1978'te yayımladığı Çırak Aranıyor takip etti. Bu şiir kitabı şairin 12 Mart sonucu bireysel konulardan toplumcu içeriğe geçen sanat çizgisinde dönemi ve işçi dünyasını yansıttı. Bu eseriyle toplumcu şiirde önemli bir yer edinen şair, Yeditepe Şiir Ödülüne layık görüldü. 1983'te yayımladığı Nereye Uçar Göküyüzü şiirleriyele salt toplumcu söylemini imgeler ve anlatım bakımından değiştirerek, bireysel yaşamlarla toplum kaderini birleştiren konuları ele aldı. Bu şiir kitabıyla Necatigil Şiir Ödülü şaire verildi. Bu eserlerinden yaklaşık on yıl sonra 1992'de yayımladığı Menzil şairin halk edebiyatı söylemine yakın bir dile duyduğu ilginin örneklerini oluşturdu ve bu kitabı Halil Kocazgöz Şiir Ödülünü aldı. 1997'de yayımladığı Düşler Şairi'nde sanatçı anlatımında rüya imgesinden yararlandı. İnce bir duyarlılığı olan şair, şiirlerinde toplumsal olayları, aşk, hüzün ve yalnızlık gibi bireysel duygularla birleştirerek, kenar mahalle insanını sanatında yansıttı. 2014'te yayımlanan Bağışla Ziyanımı ve 2016' da çıkan Kırık Ayna'da yaşamın acı, yalın, süssüz gerçekleri yansımasını buldu. Ölümünden çok kısa süre önce 2018'de yayımlanan Şayeste Ahmet Muhip Dıranas ve Behçet Aysan Şiir Ödülü'ne layık görüldü. Refik Durbaş, ömrünün son zamanlarına kadar kaleme aldığı şiirlerinin üslubunu benzetmeler ve arkaik imgelerle genişletti. Böylece, Refik Durbaş, şiirlerinde açık ve anlaşılır olmak çabasının yanında, estetik kaygıyı önemsedi (Ertop 1979: 9-10, Enginün 2016: 144, Altınkaynak 2007: 208, Necatigil 1983: 133).

Refik Durbaş, sadece yetişkinler için yazmadı. Şair, 1982'de Denizler Sincabı, Kırmızı Kanatlı Kartal adlı çocuklar için şiir kitapları yayımladı. Bu kitaplarını 1998'de Barış Koyun Çocukların Adını verdiği çocuk şiirleri takip etti. Çırak Çıktı Çocukluğum'da ise kendi çoocukluğundan yola çıkarak çocuk şiirleri yazdı. Sanatçı ayrıca Gazeteci Çocuk, Yaramaz Şiirler, Tilki Tilki Saat Kaç? adlı çocuklar için hikâye-masal kitapları yazdı.

Üretken bir sanatçı olarak yaşamını süren Refik Durbaş, anı, mektup, deneme ve sohbet gibi farklı edebî türlerde eserler yazdı. 1997'de Güneşli Rüzgarı Nâzım'ın adlı kitabında, sanatçının Vera Tulyokava'yla yaptığı uzun sohbeti, Nâzım Hikmet için yapılmış önemli çalışmalar arasında yer aldı. 2000'de yayımlanan Kalbim Dinamit Kuyusu adlı kitabında şairin Ahmet Arif'le sohbeti yayımlandı.

2001'de çıkardığı Anılarımın Kardeşi İzmir'de çocukluk ve ilk gençlik anılarını yazdı. Türk Yazınında Seçilmiş Cezaevi Şiirleri (1995)Kanatları Yelken Ettik Gemiye (2011) adlı antolojileri hazırladı. Beyaz Kehribar adlı şiiri, İlerici Gençler Derneği tarafından tiyatro oyunu olarak sergilendi. Çırak Aranıyor şiiri Zülfü Livaneli tarafından bestelendi. Durbaş, 2016'da Red Şair ve Şiir Yazıları, Şiirin Gizli Tarihi adlı çalışmalarında şiir üzerine denemeler kaleme aldı. 2018'de Edebiyat Anılarda Yaşar adlı kitabında ise roman kahramanlarından, yazarlara uzanan farklı bir bakış açısıyla edebiyat incelemeleri yayımladı.

 

Çaylar Şirketten -4

Şair: Refik Durbaş

Geçen yıl Rasim gitti, çocukluk arkadaşım
mektubu gelir ara sıra:
'Kıymetli arkadaşım Halil
Satırlarıma başlamadan önce selam eder
her iki ellerinden sıkar gözlerinden öperim.
Halil göndermiş olduğun en az senin
kadar kıymetli mektubunu aldım.
Bilemezsin ne kadar memun oldum
ben de seni biraz olsun memnun etmek
için bu çirkin satırları yazıyorum'

Ne çirkin satırları
içi hiç yazılmamış bir mektuba bile hasretim kaç yıldır

'Diyorsun ki ben de yazıldım ve önümde 50-60 kişi var
ve buranın durumu hakkında bilgi istiyorsun. Sana
kısaca anlatayım. Elime şahsen 700 ile 800 mark geçer
Lojmanda oturuyorum. 80 mark kira. yemeğimi kendim yapıyorum. Fabrikaya gelince. Almanya'nın en büyük fabrikası. Ama en az para veren fabrika. Bazan fıska, bazan kalıpçı, bazan da çubukçuluk yapıyorum.'

Ne fıskacılık ne kalıpçılık
elimden her şey gelir yeter ki çalışacağım iş olsun
'Şunu belirtmek isterim. Kesilen 80 mark elime geçen paranın içinde değil. Bütün temennim senin Almanya'ya gelmen. Neresi olursa olsun. Burada adamı çok çalıştırıyorlar. Ayakkabıyı çıkartıpyatağa giriyorum. Bir de nereye gidersen oraya uyacaksın. Türkiye'de bay , burada herr. İstemeyerek satırlarıma son verirken tekrar selam eder, acele cevap beklerim.'

Sanki ben istemiyor muyum gelmeyi
öylesine susamışım ki alınterinin sıcaklığına kaç yıldır

Ne kadere inandım şimdiye kadar
ne kısmetten medet umdum
ama biliyorum ki
'vasıfsız işçisin' deyi silecekler künyemi
Almanya defterinden de

Serinlik pusuda
acıyla kararmış günlerimi düşünüyorum
acıyla aydınlanacak günlerimi
genç kızlığından beri çeyizi namerde yadigar anamı
yüreğimden kopan fırtınada yolunu yitirmiş bir gemi
bacadından çıkan dumanılnı avuçlarıma bırakarak uzaklaşıyor
bir kırmızı balık
(ne zaman denize baksam bir kırmızı balık olarak
görüyorum kendimi)
yosun yeşili mendiliyle
siliyor a
alnıma
sıvanmış
karanlığı

Serinlik pusuda
bir sis yumağı ağır ağır geçiyor alnımın duldasından
geleceğimi düşünüyorum
geçmişimi
karanlık
da
eriyor
aydınlık
da

Pulu acıyla mühürlü adresi sevdaya yazılı yüreğimde
gurbetliğimi düşünüyorum

Serinlik pusuda
sevda da eriyor hicran da
sevincinin kaymağı alınmış, yapraklarına çiğ düşmüş yüreğimde
kendimi düşünüyorum bir de:

'Dert yoğuken serimde
derdimle kardaş oldum
düştüm gurbet ellere
çilemle yoldaş oldum

Sevdalığı yaşamadım
mutluluğu tadamadım
hasretliğe varamadım
gurbetle kandaş oldum

Karanlıkta erimezdim
ayydınlıkta çürümezdim
yalnızlığa yerinmezdim
acıyla kardaş oldumé

Sesine şivan düşe hasret

Akşam inmek üzere. Nerede yatmalı bu gece. Hep gündüz olsa. Kıvrılır kalırsın bir park kanepesinde. Çimenlerin üzerinde. Alır gider bir ağaç gölgesi, bir su sesi içindeki kederi hüznü. Ama gece. Gece kime sığınırsın. Şimdi köyde olsam. Anam tandırı yakmıştır. Yorgana sarınır, tandırın kıyısına uzanırdım. Kemikli elleriyle saçlarımı karıştırırdı. Elimde bir dürüm. Yeşil soğan, lor. Ne çok özlemişim anamın ekmeğini. Akşam inmek üzere. Nere gitsem, nerde gecelesem. Her sokakta yüzlerce otel. Her kentin bir oteli var. İzmir Palas, Afyon Denizli Oteli. Edirne Kırklareli Oteli. Trabzon Oteli. Otel Rize Palas. Yalnızlık Palas...... Acı Oteli... Gurbet Palas...

Dolanıp durdum son vapur da demir alana kadar
kapı aralıklarından baktım sıcaklığın

Sabah Sirkeci garında uyandığımda
yeni bir gün başlamış güneş mavi yazmasını
bağlamıştı gökyüzünün boynuna

 

Rüzgara Yazdım Adını

Şair: Refik Durbaş

Adını, vadilerin cemresinde
yolunu yitirmiş sulara yazdım
Saçlarına kırağı düşmüş ovalara
Göçmen kuşların konağı ovalara
Rüzgara yazdım bir de...

Seni o rüzgar getirdi bana

Gördüm seni bir daha
gençliğimin ilkçağının
gözleriyle gördüğüm gibi...

O yıllarda da böyle miydi
dudaklarının ve ağzının iklimi
kirpiklerinin karası
alnının serin serinliği
saçlarının ilkbaharı?

Yüreğimde aşkın ve yarası...

Yüreğim çarpardı

Ben çarpardım yüreğimi
çıkmaz ve ara sokaklara

Denizlerin tuzuna
gurbetlerin hüznüne
hüzünlerin sılasına...

Gözlerin,gözlerindi melhem
yüreğimin yarasına...

Alıp gitmek vardı seni o an
'Bana bir şiir oku' dediğinde

Alıp gitmeliydim seni...

Bedeni haritalardan silinmiş
bir park kanepesinde oturur
başımı omuzuna koyardım
sana şiirler okurdum

Senin şiirini okurdum

Gökyüzünün en karanlık gecesinden
en aydınlık yıldızını çalar
ve kalbinin üzerine koyardım

O yıldızın aydınlığı ile aydınlanırdı
senin geçmişin ve benim geleceğim

O yıldızın aydınlığıyla
sana sevdalar biçerdim
bana karasevdalar...

Sana sevinçler ve bana hüzünler...

Ah, geçmişimin hatırasından
hatırıma bir daha gelen sevgili

Kalbimin hangi kuytusunda
saklamalıyım şimdi seni?

Hangi vadilerin rüzgarına
yazmalıyım adını ve aşkını?

Hangi rüzgarın elvedasına...

Çık gel şimdi nasıl gelirsen gel
ben beklemedeyim

Bir telefonun sessiz teline
bir mektubun puluna değil
rüzgarlara yazdım adını...

Rüzgarla bekliyorum seni...