Card image cap
Enver gökçe

Enver Gökçe, 1920’de Erzincan'ın Kemaliye ilçesinin Çit köyünde doğmuştur. Annesinin adı Hanife, babasınınki Mehmet’tir. Bir kardeşi olan şairin ablasının adı ise Hatice’dir. “Enver Gökçe çok küçük yaşta babasını kaybetmiştir. Ağır bir hastalığa yakalanan baba, Mehmet, tedavi için gittiği İstanbul’dan bir daha dönemez. Beş ya da altı yaşlarındayken, bir çelik çomak oyunu esnasında Enver’in bir gözü zedelenir. O günün koşullarında göz tedavi edilemez, altı ay boyunca akar. Sonuçta Enver, bu gözünü kaybeder. Göz çukuru 1929 yılında Ankara’ya göçüldüğünde yerine yapay bir cam göz takılana dek boş kalacaktır.” (Türk 2016: 1) Şairin çocukluğu doğduğu köyde geçmiştir. Ankara’da yetim büyümüş halasının oğlu Halit, Enver’in ablası Hatice’yle evlenmek için aileyi yanlarına çağırmıştır. Kâzım Karabekir’in şoförü olan Halit, bu yakın akrabalarına kol kanat gererek onları yanına almak istemiştir. Okul kayıtlarının geçmesi nedeniyle Gökçe, ilk olarak Ankara-Samanpazarı’nda özel bir okul olan Hüseyin Avni (Çubukgil) Bey’in “Hususi Bizim Mektep”ine devam etmiş, yabancı dili burada öğrenmiştir. 1935-1936’da Cebeci Ortaokulu'na devam eden Gökçe, Gazi Lisesi’ne kaydolarak burayı da 1939’da tamamlamıştır.

Enver Gökçe, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne yazılmış, burada okumaya başladıktan sonra siyasal girişimlere yönelmiştir. Ülkü dergisinde düzeltmen olarak çalışmaya başlamış, ilk şiiri “Köylülerime”yi yayımlamıştır. Enver Gökçe, DTCF’de özellikle halk bilimi ile ilgili önemli çalışmalar yapmıştır.

Gökçe, 1948’de Türkiye Gençler Derneği’nin kurucuları arasında yer almıştır. Bu dernek, II. Dünya Savaşı sürecinde ülkede güçlenen milliyetçilik akımına karşı kurulmuştur. Ankara’da yaşanan kargaşa ortamına bu derneğin de dâhil olmasıyla dernek yöneticileriyle Enver Gökçe, Ankara Kapalı Merkez Cezaevi'nde, 1 Ağustos-3 Kasım 1948 tarihleri arasında tutuklu kalmıştır. Şair, 7 Şubat 1949 tarihinde beraat etmiştir.

Fakülteden hocası Tahsin Banguoğlu’nun Millî Eğitim Bakanlığı görevi sırasında öğretmenlik için kendisine başvuruda bulunmuş ancak uzun bir bekleyişten sonra ancak İstanbul’da Kredi ve Yurtlar Kurumu’na bağlı Kadırga Öğrenci Yurdu’nda işe başlamıştır. 1951’de komünizm propagandasıyla yeniden tutuklanmış, ilk olarak İstanbul Harbiye Cezaevi’ne, sonra Yıldız’daki Güvercinlik’e ve ardından Adana Cezaevi’ne gönderilmiştir. Bu sırada “Yusuf ile Balaban”ı yazan Gökçe, yedi yıl Adana’da kalmış, burada Fransızcasını geliştirmiştir. Cezasını çektikten sonra sürgün yeri olan Çorum’un Sungurlu ilçesine gönderilmiştir. İşsiz olduğundan maddi sıkıntılar çeken Gökçe müracaatta bulunmuş ve sürgün yeri olarak Ankara’ya gönderilmiştir. Ankara’da sürgündeyken sıkıyönetim komutanlığınca yeniden tutuklanmış, sıkıyönetim dışında herhangi bir yere gitmesi istenmiş, o da doğduğu köy olan Çit'i tercih etmiştir. Burada kendisine ait kötü bir evde, zor koşullarda yaşamıştır. Hapishanedeyken tutulduğu rahatsızlıklardan dolayı çalışamayan Gökçe'ye, akraba ve komşuları herkesten gizli olarak ellerinden geldiğince bakmaya çalışmıştır. Bir gün kaymakam ve jandarmalar tarafından aranan evinde birkaç kitaptan başka bir şey bulunamamıştır. 27 Mayıs’a kadar süren ikinci sürgün, Adnan Menderes’in tutuklanmasıyla sona ermiştir.

Enver Gökçe İstanbul’a giderek gazetelerde küçük işler yapmaya başlamıştır. Bu arada tutukluluk hâllerinden kalan hastalıkları nükseden Gökçe, Menekşe’de bir ev tutmuştur. Yapmaya çalıştığı çeviri faaliyetleri, düzeltmenlik ve diğer küçük işlerle geçimini sağlayamadığı için memleketine geri dönen şair, yazları İstanbul ve Ankara'da, kışları ise Çit köyünde yaşamaya devam etmiştir. Çünkü büyük şehirlerde çalışmasına müsaade edilmediği, bütün kapılar yüzüne kapatıldığı için maddi sıkıntılar gün geçtikçe dozunu arttırmıştır. Bu dönemlerde Aziz Nesin ve Yaşar Kemal gibi arkadaşları, küçük çaplı yardımları ile onu ayakta tutmaya çalışmıştır.

Hiç evlenmemiş olan şair, hastalığı ilerleyince Ankara’ya gelmiş ve yakın arkadaşları tarafından Emekli Sandığı’na ait Küçükesat sırtlarında bir huzurevine yerleştirilmiştir. Huzurevinde pek çok edebiyat meraklısı ve arkadaşları onu zaman zaman ziyaret etmiştir. Bu ziyaretlerden birinde dostları İbram Erdem ve Celil Denktaş, kendisiyle uzun bir röportaj yaparak ses kaydını almışlardır. Yine arkadaşları tarafından tedavi için gönderildiği Bulgaristan’dan tedavisi başlasa da tamamlanmadan geri dönmüştür. Yalnızlık, parasızlık, bakımsızlık ve dil bilmemesi kendisini rahatsız etmiştir. Yürümesi iyice güçleşen ve nefes darlığı çeken Gökçe, izinli olarak geldiği yeğeni Ayten Şinik’in evinde 19 Kasım 1981’de vefat etmiştir. Şairin, Yaşar Kemal'in bir konuşma yaptığı cenazesi, Hacıbayram Veli Camii'nde kılınan namazın ardından Ankara Karşıyaka Mezarlığı’na defnedilmiştir.

Türk edebiyatı eğitimini Pertev Naili Boratav gibi alanın en bilinen hocalarından alan Enver Gökçe, Türk şiiriyle ilgili görüş ve düşüncelerini yazılarında dile getirmiştir. Gökçe’nin şiirine yön veren en önemli unsurun, halk yaşantısının sonucunda ortaya çıkan halk müziği olduğunu söylemek yerinde olur. Şiirlerini 1940’larda yayımlamaya başlasa da bunlar süreli yayınlarda kalmış, kitaplaşması ancak 1973’te olmuştur. Nâzım Hikmet’in Türk şiirine getirdiği anlayışın önemli temsilcilerinden biridir. Onun takipçileri ise sonraki dönem toplumcu şairler ve kendi döneminde yaşayan Ahmet Arif’tir.

Enver Gökçe’nin şiir varlığı, sayısal olarak pek çok şaire göre sınırlıdır. Dost Dost İlle Kavga ve Panzerler Üstümüze Kalkar adlı iki kitabında toplam 22 şiiri vardır. Bunların dışında şairin ölümünden sonra düzenlenen kitaplarına eklenen “Dergilerde Kalanlar”da 26 şiiri, “Yarım Kalanlar”da ise 10 şiiri vardır. Böylece şairin toplam 58 şiiri olduğu görülür. Bunların dışında süreli yayınlarda bulunamayan şiirlerinin olması ihtimali de bulunmaktadır. Enver Gökçe’nin şiirlerinde, iyimserlik önemli bir yer tutar. Şair, sevgiyi ön plana çıkarmış insan, toplum, doğa ve ülkeye olumlu bakışı, asıl bakış açısı olarak belirlemiştir. Gökçe, şiirlerinde yerel yaşantıyı gizlememiş hatta bunu sanatı için bir değer hâline getirmiştir. Bu durum onu özgü bir söyleyişin sahibi kılmıştır.

Enver Gökçe'nin Eserleri

  • Dost Dost İlle Kavga (1973)
  • Panzerler Üstümüze Kalkarlar (1977)
  • Eğin Türküleri (1982, DTCF bitirme tezi, ölümünden sonra)
  • Enver GÖKÇE Yaşamı ve Bütün Şiirleri (1981,ölümünden sonra)

Enver GÖKÇE Şiirleri

39 HARBİ

Gitsem de gitsem...
Bir an için terk-i diyar etsem
Biliyorum şu giden yoldur
Nehirdir, ordudur
Ve insanlara ait bir macera, bir sefer
Ama
Hicret mi, zafer mi, bozgun mu görsem
Görsem
Dost dediklerime zincir vuranlar kimdir?
Açık ve Türkiyeli avuçlarımı
Sıcak sakladım
Buz tutmuş
Eller içindi,
Şimdi sargısız, merhemsiz, çaresiz geliyorum
Şarapnel yarası kollar!
Şimdi uzaklardan teklifsiz ve senin için geliyorum
Kurşun yaralarından haber beklediğim
Yabancı değilim yoksa
Bir tanışmazlığım vardır
Ve unutulmuşluğum.
Çıksam, çıksam dağ olsa da yücesine
Duyar mıyım, duyar mıyım top seslerini
At boynundan aşan yiğidim
Şu terkedilmiş toprak
Şu yanan köy
Şu devrilmiş araba
Şu tank altındaki
Senin sevdiklerin mi?
Kömür işlenirdi,
Kalem oynardı, yol döşenirdi,
Güneşe selam durulurdu,
Her gün başında
Varsam görsem
Görsem her şey yerli yerinde mi?
Sana düşman oldum
939 harbi
Beni dostlarımdan ettin,
Beni mahzun ettin
Sefil ettin
Şair ettin!
Sana bin teşekkür
Büyük ızdırap
Bana sevmeyi
Bana hakikatı
Bana insanları öğrettin.

 

HASTİR LAN

Ben gider oldum
kardaşlar.
Ve de
kız kardaşlar,
Ben gider oldum,
Gayri
Haram bana
Bu toprak damlar
Bu ağaçlar,
Bu taşlar bana.
Apat dediğin
Şişirilmiş oto lastiği
Ve bir kaç
Tahtadan ibaret
Bir saldır.
Suda yüzer.
Oğul, uşak, bir de karım
Kurt bana
Hastir çeker
Kuş bana
Yılan bana
Hastir çeker
Çiyan bana
Lan kardaş
Bu nasıl yara
Kanar heryerimden.
Döğülmüşüm
Süğülmüşüm
Koğulmuş.
Siktir çekilmişim yani
Kendi öz yurdumda.
Bir meri keklik gibi
Çeker giderim.